Bir ülkeyi bir arada tutan çimentonun “kederde kıvançta” ortaklaşmak olduğu varsayılır. Bırakın ortaklaşmayı, düğünlerimizi cenazeye, sevincimizi yasa çevirmeye kararlı katillerin aramızda dolaştığı bir toplumda yaşıyoruz artık.

Düşünün, son bir yılda tam 10 kitlesel katliamla karşılaşmışız. 15 Temmuz’dan bu yana üç koldan, “Cemaat, İŞİD, PKK” şiddete maruz kalmışız. Sözüm ona güvenlik kuvvetlerinin uyguladığı zorbalıklar da cabası…

İşin irkiltici yanı, giderek terörü kanıksıyor, hiçbir şey olmamış gibi gündelik tempomuza dönüyor, dar çıkarlarımız peşinden biteviye yaşamlarımızı sürdürüyoruz. Üstelik sivil kayıplar arasından bile seçim yapabiliyor, başkalarının acılarına topyekun gönül kapılarımızı kapatabiliyoruz. Bunlar bir toplum olmanın asgari kriterlerinin de artık kalmadığının kanıtlarıdır.

2006’da, “Bir Arada Yaşamı Savunalım” kampanyasında, “Bizim Suudi Arabistan’a ya da Kuzey Irak’a gönderecek yurttaşımız yok” demişiz. Ne var ki aradan geçen zamanda, açık açık “Suudi Arabistan’ın yaşam tarzını ve hukuk düzenini ülkemize getirmeye kararlı” kesimlerle de, “Suriye’de edindiği katliam tekniklerini burada uygulamaya” şartlanmış insan müsveddeleriyle de cebelleşmek zorunda kalmışız… Ne yazık ki Suudi Arabistan da, Suriye de ayağımıza gelmiş…


Peki çözüm milli mutabakat mı? Kesinlikle hayır. Bile bile, göre göre ülkeyi bu hale getirenlerle, akan her kanda, dökülen her damla göz yaşında vebali bulunanlarla mutabakata girenler, bu sorumluluğa da ortak olurlar. Zaten CHP Genel Başkanı dışında, “Mutabakat” rüyası gören hiç kimse yok. Bahçeli şimdilik postu korumanın mutluluğuyla nereye çeksen gidiyor. RTE ise, “Allahın lütfuyla” biat ve itaat sağlamanın keyfini sürüyor. Korkarım ki bu hengamede en büyük azabı da CHP seçmeni çekiyor.

Yanlış anlaşılmasın, tam 10 yıl önce söylediğimiz gibi, “Bir arada yaşamakta” ikararlıyız. O zaman vurguladığımız üzere, biz Nâzım Hikmet’in; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşçesine” dizelerinin hepimize yol göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Vatanı, bayrağı, milleti sevip farklı kimliklere, kültürlere sahip yurttaşlarımızı bir tehlike gibi görmenin çelişkisini hatırlatmak istiyoruz. Farklılıkları bir zenginlik kabul eden, isteyenin kendi kimliğini, kültürünü öne çıkardığı, isteyenin de sade yurttaş olarak özgürce yaşadığı bir Türkiye düşlüyoruz.

Bu badireyi, bir takım ulusalcıların yaptığı gibi “üst akla”, “ABD-AB emperyalizmine” karşı mücadele veriyor bahanesiyle, “millici RTE”ye koltuk çıkarak da atlatamayız. Böylelikle ülkenin diktatörlüğe, İslami bir rejime sürüklenmesine izin veremeyiz. Bir takım liberaller-sol liberaller benzeri, AKP’ye muhalefet yapıyorum diye, Cemaat’in cürümlerini görmezden gelen, darbe girişiminin vahametini göz ardı eden, çaktırmadan ABD’ye-AB’ye göz kırpan bir konuma da sürüklenemeyiz.

Bağımsız, üçüncü bir yolu seçmekten, kendimize güvenmekten, Türkiye’yi ancak sol fikirlerin yeniden kurabileceğine toplumu ikna etmekten başka çaremiz yok. Eşitlik, özgürlük, laiklik, demokrasi, adalet temelinde bir Türkiye’yi kazanacağız başka yolu yok ! Barışın Kürt sorununda çözümün yolunu da açalım ki, kimse artık bombadan, kurşundan, şiddetten medet ummasın.
RTE endişelenmesin bizim ezanı susturmaya da niyetimiz yok ; umutlanmasın itaat edip susmaya da… Daha evvel dillendirdiğimiz gibi, “bizim silahımız fikrimiz, bizim silahımız sözümüz, bizim silahımız dayanışmamızdır“.

Kaynak: Birgun.net