FETÖ bizi nasıl kandıramadı? Çünkü biz hiç kandırmak peşinde olmadık. Çünkü kandırıldık diye yalan söyleyenler zaten kandırmaya devam edenler.
Tükürükçü hoca Fethullah imajıyla teşhir ederek tükürüp durdukları bu zat, elbette bir yanıyla hakikaten böyle, ama öbür yanıyla küresel bir misyoner ajan ve bunu ABD saklamıyor bile, sadece ortada müttefik var yandan geç diyor.

ABD artık Erdoğan’ı istemiyor diye, Erdoğan karşıtlığımızdan ötürü ABD’nin veya ABD karşıtlığımızdan ötürü Erdoğan’ın safına geçecek kadar saf değiliz elbette. Bizi kandıramazlar!

Şimdi… ABD’nin asıl arzusu Erdoğan’sız AKP ise eğer, darbe girişiminden sonra kolu kanadı kesilmiş, devleti dağılmış bir Erdoğan ortada durmuyor mu? Ama orta vadede kendisine yeniden kol kanat gerenler sayesinde eskisinden daha güçlü olabilme potansiyeli de ortada duruyor kuşkusuz.

O halde, Erdoğansız AKP arzusundakiler, yani başta ABD, işler sarpa sardığında Fethullahsız Cemaati neden sinesinde tutmasın? Çünkü her gece her televizyonda onun nasıl meczup, acayip bir adam olduğu anlatılıp duruyor. Eski Türk filmlerindeki üçkâğıtçı yobaz hocaların yerini çoktan aldı bile. Aslında böyle bir imaj ABD’nin de işine gelebilir. Zaten meczup olduğu anlaşılan hocası bir şekilde devreden çıkarılmış (ki o muhtemel şekli bilemeyiz tabii) bir cemaat örgütü, küresel misyonuna devam eder. Çünkü ABD’nin yıllarca uğraşarak yarattığı böyle sıkı bir Amerikancı İslamcı misyoner-ajanlar ordusundan vazgeçmesi mümkün değil.

Öte yandan, soruluyor: Nasıl oluyor da onca general, profesör böyle bir tükürükçü hocaya inanırmış, onu mehdi filan sayarmış? İyi de aynı soru AKP dahil öteki siyasi İslamcılara neden sorulmaz? Onların iman ettikleri zatlar çok mu farklı? İktidarda kalmak için benzer safsataları kullanmazlar mı? Cinlerle perilerle uğraşanlar, Reislerine uhrevi güçler yükleyenler kimlerdir?

Aslında bu tür sorular bir Cemaat’e ve paraleli partiye girince kazanılan dünyevi menfaatlerin cezp ediciliğini, sınıfsal muhtevasını, iktidar hırslarını filan göz ardı ediyor. Gülen Cemaat’i küresel ekonomide çok önemli bir güç ve üstelik her türlü kapitalist sömürü mekanizmasının da vicdansız kullanıcısı, peki AKP iktidarı Mevlana dergâhı mı?

Kandırılma bahsinde gelinen noktada, Milli Mutabakat ‘şeyi’ de var. Milli Mutabakat’a ‘ulusal uzlaşı’ deyince solcu olmuyorsunuz, suça ortak oluyorsunuz. Gördük işte, Yenikapı’daki, 12 Eylül Mamak Cezaevi benzeri ‘karıştır barıştır’ mitingiydi! Yani sonuç, mutabakat değil düpedüz biat. Kılıçdaroğlu, Yenikapı’yı Taksim ve Gündoğdu’nun suratına kapattı, bu bir; ana muhalefet lideri olarak önemli bir figür olmaktan vazgeçip figüran olmayı tercih etti, bu da iki. Bakalım, “bu üç, bu dört…” diye saymaya devam ettirecek mi?

Ama şimdiden “bu üç” deyip bir şeyi daha vurgulayalım, Kılıçdaroğlu CHP’si, HDP tecridine fiilen ortak olarak milliyetçilik yolunda büyük bir adım daha attı. Siyasi İslam ile milliyetçilik ortaklığı sır değil, ama son FETÖ olayıyla İslamcılık geri plana alınmış gibi yapıldı; MHP milliyetçiliği saflara katılırken, TSK’nın geride kalanlarındaki milliyetçilik de pohpohlanmalıydı. Yenikapı’da Diyanet ve ordu el eleyken, Cüppeliyle tokalaşma tam bir nişaneydi.

Herkes yine ‘Gerçek İslam’ nedir peşinde, ama öyle bir şey var mı? Her farklı kesim kendisini gerçek İslam diye dayatıyor, hepsi bu. Böyle olmasaydı, Ortadoğu’da farklı İslami kesimler (mezhepler) gırtlak gırtlağa girer miydi? Burada tanımı yapan da tanım yapma gücünde olandır; ABD kendisinden yana olanı ılımlı ve gerçek, karşı olanı da terörist ve sahte diye tanımlıyor! Tek gerçek, önce komünizme sonra askeri darbelere karşı icat edilen ‘ılımlı Gülen’ ve ‘ılık AKP’nin, 14 yıl sonra şiddetli bir askeri darbeyle kanlı bıçaklı olmaları. Şimdi “İşkence var mı yok mu?” diye tartışılıyor, bunlar hani et ve tırnak gibiydiler ya, tırnaklarını sökerek kendilerine işkence yapıyor olmalılar, bu kadar yaygara koparmalarına şaşmamak lazım! Mağdurlar (!) nitekim. Başlarına gelen ise pastadan pay kapmak isterken pastadaki pay haline gelmek. AKP, Cemaat’in Türkiye’de tasfiyesiyle, sermaye ve ideolojik küreselleşme araçlarının en önemlilerinden birisinden de zaten yoksun kalmıştı.

Ve bu yoksunluk ortamında Milli Mutabakat’ın temelini, müesses nizamın yeniden nizamında elbette sermayeyle de bir mutabakat oluşturuyor. Nasıl TSK’den tasfiye edilenler tekrar güç kazanıyorsa, sermaye kesimlerinde de bir takım mevzileri, imkânları Cemaat’e kaptıranlar onları geri alacak. Tekelci burjuvazinin özü İstanbul dukalığı, elbette AKP döneminde de kâr üzerine kâr etmişti, ancak kârdan zarar da etmişti. Ve şimdi Ali ve Ömer Koçlar saray müdavimi oldular, geleceğe güvenle bakıyorlarmış! Doğan Grubu da paçayı kurtardı. Aradan bireysel emeklilik filan birçok şeyi çıkardılar, sırada geri kalan tüm kamu kurumlarının sermayeye devredilmesi var.

Müesses nizam demişken bu müessese bünyesinde asıl iktidar kavgası yeniden siyasi aktör haline gelen/getirilen TSK’de yaşanacak gibi. TSK hakkında KHK’lerle büyük tantanalarla alınan bazı ‘tarihsel’ kararlardan geri adımlar hemen başladı. Başbakan bile FETÖ sayısını askeri okullarda yüzde 95, albay ve aşağı rütbede yüzde 60-80 olarak ilan ettiyse, manevra için mübalağa bir yana, durum hakikaten vahimmiş.
TSK’nin yeni aktörlerinin ve oynayacağı rollerin bahsinde elbette Suriye ve PKK faktörü çok önemli. Bu bakımdan ‘yeni’ TSK dizaynında ABD veya Rusya etkisi değil de, zoraki ABD-Rusya işbirliğinin izdüşümü görülebilir! Darbe girişimi sonrasının toz dumanı içinde seçebildiğimiz kadarıyla, TSK’den tasfiye edilen generallerin hemen tamamı İslamcı ve NATO’cuymuş. TSK’da elbette Avrasyacı bir damar vardır, ama onlar bile NATO’dan çıkılmasını dillendiremez ki. Geride kalanlar arasında laiklerin belirleyici olmayacağı söyleniyor, öyleyse dindar NATO’cularla, Atatürkçü ılımlı-laik NATO’cularla ve yeni misyonlarla eski ordu, eski paşa düzeni… Elbette Fethullah’a “sen yoksun” diyorlar.

Kaynak: Birgun.net