KANSU YILDIRIM @KansuYildirim

Faşist iktidarlar dönemlerinde kadınlar ideolojik ve siyasi baskılar kadar fiziksel baskılara maruz kalan toplumsal kesimlerdir. Şirin Tekeli “Kadınlar, toplumsal sınıfları yatay bir biçimde kesen bir kategori olarak, faşizm altında, Yahudilerden sonra en fazla; baskıyı gören toplumsal kesimdir” şeklinde bu durumu Hitler faşizmi bağlamında savlamıştır.

Faşizmin “total devlet” anlayışına uygun olarak inşa etmeye çalıştığı hakim ideolojinin koyultucularından en önemlisi ataerkidir. Her toplumsal yapının özgünlüğünde gerçekleşen faşistleşme süreçlerinde (“Nazizm”, “Falanjizm”, “Salazarizm”, vd.) ataerkil motifler faşist ideolojinin ve sınıfsal kompozisyonun rengini alır. Karşılıklılığın esas olduğu bu etkileşimde, faşizm de ataerkinin motiflerini söylemine taşır.

Faşizmler ve kadınlar
Hitler faşizminde kadınların toplumsal konumlarını işaret eden “Kinder, Kirche, Küche” (Çocuk, Kilise, Mutfak) sloganı dönemin özetleyicisidir. Kadınların toplumsal konumlarını sınırlandırmak için eğitim ve öğretim müfredatı değiştirilmiştir. İlk ve orta öğretim programlarına ev ekonomisi, dikiş gibi dersler konulurken, kız çocuklarına matematik ve Latince okutulması yasaklanmıştır.

Mussolini faşizminde kadınlar nesneleştirilmesi bizzat Mussolini’nin konuşmalarında ifade bulmuştur: “Bazı kadınların günümüzde, bazı ekonomik zorlukların baskısıyla, evinin dışında bir çalışma ara duruma düştüğünü biliyorum. Ama modern toplumda kadının gerçek yeri, geçmişte olduğu gibi aile ocağıdır”.

Türkiye’nin şu anki hâkim ideolojisi siyasal İslam, etik-politik önermelerin ötesinde faşizm dönemlerindeki gibi hukuk sistemiyle yahut gündelik yaşam pratikleriyle kadınlara sınır çizmektedir. Kadın bedeni bu süreçte muhafazakar perspektifte ya siyasal ikon formunda resmedilmektedir ya da kadın bedeni üzerinden tarihsel- toplumsal özdeşlikler yaratılmaktadır.

AKP’nin “hanımları”
AKP iktidarı döneminde kadınlara iki türlü siyasal ikon görünümü dayatılmaktadır. Birincisi biyolojik yeniden üretimin bir yüzü olarak “çocuk doğuran”—“çocuk bakan” bireydir. İkincisi ideolojik yeniden üretimin bir yüzü olarak partinin ideolojisini taşıyan “hanımlar”dır. “Kinder, Kirche, Küche” sloganı ile veya Mussolini’nin “aile ocağını” işaret etmesi ile AKP ikonografisinde mutlak örtüşme söz konusudur.
Biyolojik ve ideolojik yeniden üretimde kadına belirli bir yeri işaret eden “namus” ve “nesil” kavramlarıyla ise kadınlar, dinci veya milliyetçi ideolojilerde kendi bedenlerinin taşıyıcıları olmaktan çıkartılmıştır. Misal, Bülent Arınç “kadınlar herkesin içinde kahkaha atmamalıdır” derken kadının konumu erkeğe göre, Mehmet Müezzinoğlu “Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir” derken doğurganlığa göre tarif etmektedir.

Kadınlar “hanımlık” kriterlerini yerine getirdiği müddetçe toplumsal yaşama (nispeten) karışabilecekler ve herhangi bir fiziksel baskıyla karşılaşmadan kamusal alana çıkabileceklerdir. Çünkü AKP iktidarında kadınların sınıfsal ve siyasal konumlarını gösteren sihirli sözcük “hanım”dır. Milli Görüş’e sadakatle kadınlara “hanım” olarak seslenilmesi rastlantısal değildir. “Hanım kolları”, “hanımlar lokali”, vb… Siyasal İslam “mutaassıp” ve “namuslu” bir kadın imgesini “hanım” sözcüğüyle çerçevelendirir.

Tekmenin ideolojisi
Şort giydiği için Ayşegül Terzi’yi “Sen şeytansın” “Ölmelisin” diyerek tekmeleyen, sosyal medya hesabında “Açık gezen kadın karımdır” paylaşımında bulunan saldırgan Abdullah Çakıroğlu, o tekmeyi zihnindeki dinsel-ideolojik tasarımına uygun hareket etmeyen bir kadına atmıştır. Serbest bırakılmadan önce kameralar karşısındaki performansında “Her şey İslam hukukuna göre oldu” açıklaması/savunusu saldırının ataerki ile yoğrulmuş siyasal İslam evreninde cereyan ettiğinin göstergesidir.

Mussolini faşizmi döneminde Terzi’ye atılan o tekme kadının hiyerarşide aşağı çekilmesiyle ifade bulmuştur. “Devletin güç ve kan hazinesini yaratanları öne geçirmek için, anne olan kadınlarla öbür kadınlar arasında bir hiyerarşi kurulmalıdır”; bunun için törel, kültürel ve ekonomik olarak kadınlar erkeğe egemenliğinde olmalıdır. Bu tip hiyerarşiye uygun hareket etmek istemeyen kadınların “küstahlıklarına şiddetli yaptırımlar uygulamak gereklidir” denmiştir (aktaran Şirin Tekeli, “Faşizm ve Kadınlar”, 1984).

Türkiye’deki saldırıya geri dönersek, Abdullah Çakıroğlu bu suçun “fail”idir. O ve onun gibileri türeten koşullar ataerkiyle bütünleşmiş siyasal İslam’ı şiddetle birlikte yeniden üreten ideolojik zemindir. Bu zemin aynı zamanda Ali İsmail Korkmaz’ı ve Soma’da maden işçisini tekmeleyen emir erlerini de üreten zemindir.

Kaynak: Birgun.net