GÜRKAN AKÇAY

Evrim, çevreye mükemmel uyum sağlayan canlıları üretir: Belgesellerde hayvanların çevrelerine mükemmel biçimde uyum sağlamış canlılar olduklarını tekrar tekrar duyarız. Oysa bu durum nadiren doğrudur.

Evrimin, olabilen en mükemmel ‘dizaynı’ neden oluşturmadığına dair oldukça fazla sebep vardır. Çünkü, Doğal Seçilim’in tek kriteri bir yapının mükemmel çalışması değil, işe yarar olmasıdır. Gerçekte ise mükemmeliyetten ziyade baştan savma durumu oldukça yaygındır. Bunun en klasik örneği de; pandalardaki bamboo kavramaya yarayan baş parmaktır. Panda ve insan ellerinin anatomisi üzerine yapılan çalışmalar bu baş parmakların görevdeş olması gerektiğini göstermiştir. Her ikisinin de kemiklerine baktığınızda, baş parmakların aslında o kadar da benzer olmadıklarını görürsünüz. İnsan başparmağı eklemlidir ve pek çok kemikten oluşur. Pandanın başparmağı ise elin kenarından çıkan tek bir kemikten oluşur. 1978 yılında evrimsel biyolog Stephen Jay Gould; pandanın baş parmağının bir role sahip olduğunu, yani pandanın genişlemiş bilek kemiği geliştirdiğini ve acemi gibi dursa da bunun işe yarar olduğunu yazmıştı. Bu örnekte de görüldüğü üzere; evrim yeni olanı çıkarmak yerine var olanı yeniden şekillendirmeye daha yatkındır. İlkel balıkların yuvarlak uçlu yüzgeçleri kanat, yüzgeç, tırnak ve el gibi çeşitli yapılara dönüşmüştür.

5 parmağımız vardır çünkü amfibian atalarımızın 5 parmağımsı yapısı vardı. Yani 5, ille de insan elindeki parmak sayısı için ideal sayı değildir.

Kullan ya da kaybet: Evrimde bir öngörü olmaması, kalıtsal olarak defolu “dizaynların” ortaya çıkmasına sebep olabilir. Beyinden retinaya ve sinirlerin retinaya doğru gittiği yer olan kör noktasıyla birlikte omurgalı gözü, bunun bir örneğidir. Omurgalı gözünde ışığı algılayan hücrelerin bulunduğu tabaka üzerinde sinir ağı bulunmaktadır ve bu ağ, ışık hücrelerine gelen ışığın etkisini gereksiz bir biçimde azaltmaktadır. Ayrıca beyne giden sinirlerin bulunduğu kör noktada ışığa duyarlı hücreler yoktur ve bu yüzden ışık buraya düşecek olursa, körlük meydana gelir.

Organizmanın uyumu aynı zamanda da sürekli olarak değişen çevreyle ilişkilidir. Av ve avcı arasında, parazit ile konak arasında sürekli bir “silahlanma” yarışı vardır. Birçok tür; daha iyi uyum sağlayanın kendisi olması ve mevcut uyumunu korumaya çalışmak için sürekli olarak evrimleşmek zorundadır.

Evrimin zirvesinde miyiz?

Doğal seçilim ile evrimleşme; zaman ve sayıyla ilgilidir. Doğal seçilimin, ortaya çıkan yeni mutasyon ve fırsat sayısının hangisinin faydalı hangisinin zararlı olduğuna dair bir eleme süreci işletmesi; populasyonun büyüklüğüne, her bireyin sahip olduğu yavru sayısına, nesil sayısı gibi birçok şeye dayanır.

Kendimizi oldukça evrimleşmiş bir tür olarak düşünebiliriz, fakat, kaç tane mutasyon döngüsünden ve seçilimden geçtiğimize bakarsak, aslında en az evrimleşmiş türlerdeniz.

HIV’li bir kişinin vücudunda her gün 10 milyar civarında yeni virüs parçacıkları üretilebilir. Dahası, bir bakteri, on yıllık sürede 200.000 nesil üretebilir –bu sayı neredeyse; soy ağacında soyumuzun şempanzelerden ayrıldığından beri süre gelen insan nesli sayısı kadardır. Bu yüzden, bir insan ömründen daha az bir süre içerisinde HIV ve birçok antibiyotik dirençli bakterilerin sebep olduğu yeni hastalıkların evrimine tanık olduk.

Öte yandan, insanın evrimi son 10.000 yılda hız kazanmış durumdadır ve hala çevremizi çok hızlı bir şekilde değiştiriyoruz. Sonuç olarak, daha iyi adapte olmak yerine, aslında oluşturduğumuz yeni dünyaya daha az adapte olabilen canlılar haline geliyoruz. Obezite ve alerjiden, ilaç alışkanlığına ve uyuşturucu bağımlılığına kadar pençesinde olduğumuz modern felâketleri düşünün. Virüs ve bakteriler mükemmele yaklaşıyor olabilir, fakat biz insanlar henüz “karalama” aşamasındayız.

Kaynak: Birgun.net