“İçinde yaşadığımız evren, kapıları ardına kadar açık bir evrendir”; pragmatist William James kesinlikle haklı. Kapıların açıldığı kıvrım kıvrım koridorlarında dolaştıkça ve kapıların ardındaki, ilk başta ayrıksı duran şeylerle bağlantılar kurdukça evreni evimiz kılıyoruz. Üniversite de bir mikro evrendir; üniversite ve evren (universe) sözcükleri “bütün” anlamına gelen Latince “universum” sözcüğünden türemiş. Üniversite, evreni tüm boyutlarıyla araştıran bir bilgi üretme topluluğu olarak evreni kucaklayabildiği ölçüde kendini var edebiliyor. Her ne kadar kapıların ardındaki uzmanlık alanlarına gömülmüş araştırmacıların, koridor üzerindeki diğer odalardaki başka uzmanlık alanlarıyla bağlantı kurmadığı bir dönem geçirse de artık üniversite, kapıların ardına kadar açık olduğu ve disiplinlerin birbiriyle ilişki kurduğu ve disiplinler arası sözcüğünün bile yetersiz kaldığı birleşik bir evren bilimine doğru yönelmiştir. Bir zamanlar kapılarla, hatta duvarlarla ayrılmış doğa ve toplum bilimleri tek bir içkinlik düzleminde yan yana durmakla kalmıyor, aralarında yeni bağlantılar kurarak birleşiyorlar da. Ve ayrıksı şeylerle olmadık bağlantıların kurulduğu tek bir içkinlik düzlemi, “bütün” anlamına gelen üniversite ile evreni, ya da kuram ile eylemi birleştirdiği ölçüde evrene daha fazla yerleşiyoruz. Yerleştirdikçe evren sakinlerine dönüşüyoruz.

EVREN DÜŞMANA DÖNÜŞTÜ
Totaliter iktidarlar bu evren tahayyülünden hiç hoşnut değiller ama. Evren sakini olmak, vatana hıyanetle eş anlama gelebilir. Eski Yunanca’da evren anlamına gelen “kozmos” ile yurttaş anlamına gelen “polites” sözcüklerinden oluşturulmuş kozmopolit deyimini ilk kullananlardan Sinoplu Diyojen, kendilerini doğadan ayırarak sınırların içine kapatanları ve içeride yapay adet, örf ve geleneklerle yaşayanları, eylemleriyle kıyasıya eleştirirken “evren yurttaşı” olmakla övünüyordu. İktidarlar, bireyin evrenle her türlü ilişkisini keserek dayattıkları yasalara sıkı sıkıya bağlı bir tebaa yarattılar; evren, yarattıkları yapay dünyanın bir karşıtına dönüştü, yani düşmana. Sonsuz kapılarıyla çokluğa açılan evren fethedilmesi ve kendi sıkı düzenlerine dâhil edilmesi gereken bir kaostur onlar için. Evrenin baş edilemez çokluğunu “bir”e indirgemek için açıklığını fethederek kapatırlar ve çokluk “bir”in baskıcı yönetimi altında sınıflandırılarak etkisiz hale getirilip evcilleştirilir. Ya da Parmenides’in yaptığı gibi çokluk “bir” lehine yadsınacak ve evrenin değişmez, dönüşmez, hareket etmez olduğu iddia edilecektir.



İktidarın fethetmeye çalıştığı ODTÜ’nün yerleşkesi iç ve dış mekânları birbirine bağlayan kapıları ve geçitleriyle bir mikro evrendir. Bir kapının açılması, sizi hiç de beklemediğiniz bir mekâna bağlayabilir ve şaşırabilirsiniz. Seksen darbesinin hemen ardından ODTÜ fakülte binalarının çoklu giriş ve çıkışları kapatıldı ve her bina için sadece tek bir çıkış ve girişe izin verildi. Totaliter rejimler insanı bir rizom gibi farklı mekânlara bağlayan kapılardan, geçitlerden nefret ederler çünkü. Kapıları ardına kadar açık bir evreni fethedip çokluğu ve bu çoklukta yaşamayı keşfetmiş evren yurttaşlarını “bir”in kapalı dünyasına hapsederler. Üniversitelerin hapishane kapılarını andıran turnikeleri iktidarın evreni tutsak alma çabalarının göstergeleridir.

İNSAN VE ÜNİVERSİTE
Sadece yapılarla yetinseler yine iyi; kapıları ardına kadar açık bir mikro evren olan insanı da tek bir girişi ve çıkışı olan bir üretim bandı olarak inşa etmeye kalkıştılar. Denetimden geçmiş, yasalara uygun öncülleri ve argümanları giriş bölümünden sokuyor ve istenen çıktıları sonuç bölümünden alıyorsunuz: Bir üretim bandı olarak insan ve üniversite. Düşünceyi, düşünen insanı, bir üretim bandı gibi tasarlamak faşist bir tavırdır; düşünce her yöne sıçrayarak, iktidarın hiç de hoşuna gitmeyeceği şeyler arasında bağlantılar kuracak ve katliamlarına ortak olmak yerine barışı savunacaktır. Çokluğu sınırların içine kapatarak, kurduğu kanlı tezgâhta imha eden iktidar evrene ihanet etmiştir ve bir evren hainidir.

Kaynak: Birgun.net