Bir numaralı gündemimiz Suriye. Fırat Kalkanı operasyonu daha haftasını doldurmadan, asıl hedefin IŞİD değil de PYD/YPG olduğu ve direnişle karşılaşılmadan girilen Cerablus’tan sonra Menbiç’e yönelineceği manşetlere de yansıdı.

Menbiç hedefini meşrulaştırmaya dönük haberler; YPG’liler arasında Türkiye doğumlular olması, vurulan YPG hedeflerinde YPG-PKK ilişkilerini kanıtlayan belgelerin ele geçirildiği, bunların ABD’ye “Bak işte PKK ile PYD’de aynı” demek için kullanılabileceği, “işi” kolaylaştıran şeyler değil.

Tersine; kendi toprakları üzerinde ve Irak’ta neredeyse 40 yıldır PKK ile savaşan Türkiye, buna bir de Suriye topraklarını eklediğinde ve orada da “Türkiye doğumlular”ı vurduğunda sorunu daha büyütmüş olacak. “Çözüm süreci”nde AKP’ye tutkun “analistler” de diyordu ya: Öldürülen her PKK’lının ailesinden onlarca kişiyi karşımıza alıyoruz!

Suriye’de kalış uzar, namlular daha çok PYD/YPG’ye dönerse, tablo iyice karmaşıklaşacak ve hem dışarıdan hem de içerden tepkiler yükselecek.

Gündemin birinci maddesi bu!

Lakin, Türkiye’nin birinci tekil şahısla; “benim” askerim, polisim, vatandaşım diyerek konuşmayı sevenlerinden biri; “tarih dersi” verirken gündemimize bir de Che’yi soktu. Gençliği ve hayatı “komünizmle mücadele”ye adanmış, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden gelip, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) başkanlığından geçip, TBMM Başkanı olmuş İsmail Kahraman...

Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün açılışında verdiği tarih dersinden sonra, bir ders de Rize’de “Fetih Kutlaması” sırasında verdi. Bu kez gençleri, “Benim gençlerim” diye sahiplenerek:

“Che 39 yaşında öldürülen, bizzat kendisinin infazlar yaptığı bir katil kişilik. Bir gerilla. Bolivya’da, Küba’da, Güney Amerika’da faaliyette bulunan bir eşkıya benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olamaz. Olmamalı. Bağı yok benimle. Köküm bir değil. Tarihim bir değil. Benim kendi tarihim ve insanlarım var. Onlarla övüneceğim.”

Nitekim, övünüyor da. Köprüye verilen Yavuz Sultan Selim isminin ne kadar isabetli olduğunu anlatırken; “Çok güzel bir isim bulundu. Muhteşem bir padişanımızdır ... Mısır’a gitti, hilafeti aldı, mukaddes emanetlerle döndü. Üç yıllık bir yolculuk sonrası geldiğinde, ... Millet nümayiş yapmasın diye gece yarısı sessizce Topkapı’ya girdi. Çok mütevazı bir insandı. ... Önüne dünya haritasını koyduklarında, ‘Bütün dünya bu kadar mı?’ dedi. ‘Bir kişiye belki çok ama iki kişiye yetmez’ dedi. Bir cihangir ruha sahipti.”

Kahraman, milyonlarca Alevi vatandaş için de “Benim Alevilerim” demekte beis görmez. Derin tarih bilgisiyle, Alevi vatandaşlar için Yavuz’un cengâverliğinin ne anlama geldiğinin de farkındadır. Ama, ne gam; o Mısır’a gitmiş, hilafeti, kutsal emanetleri alıp gelmiştir!

Birinci tekil şahısla konuşmayı sevenler, “Benim tarihim” dedikleri dönemde eleştirilecek hiçbir şey görmezler.

Kahraman, köprü açılışında, “Eğer biz tarihe saygılı olmazsak, köksüz olursak, köksüz ağaç gibi kururuz, yok oluruz. Tarihimize sahip çıkacağız” diyordu.

Onun tarihinde; “TİP tip tipsizler, Allahsız komünistler. Amerika gitsin Rusya mı gelsin?” sloganlarıyla süslü ABD savunuculuğu, başkanı olduğu MTTB öncülüğünde 6 Filo’yu protesto eden gençlere sopalar, taşlar, bıçaklarla saldırılıp iki kişinin öldürülmesi de var. Sanırım sahipleniyordur!

Kahramanlar, Che’ye de Che tişörtü giyenlere de “eşkıya” demeyi seviyorlar. Che’yi infazcı, katil diye tanıyıp, tanıtıyorlar.

Ona tepki olarak, bir hekim arkadaşım da, kendi tanıdığı Che’yi, Che’nin ağzından şöyle anlatıyordu:

“Hem tıp öğrenciliğim hem de doktorluk yaptığım dönemde, yoksulluk, açlık ve hastalıklarla tanıştım. Bir çocuğun sırf parasızlık nedeniyle tedavi edilemediğine ve onun açlık ve baskılarla sersemlemiş babasının evladını yitirmesini sıradan bir durum gibi karşılamasına şahit oldum. Ve işte o zaman, en az tıp bilimine katkıda bulunup ünlü bir doktor olmak kadar önemli bir başka şeyin farkına vardım: O insanlara yardım etmek!”

İnsanlığın vicdanıdır Che!

Kaynak: Birgun.net