RABİA YILMAZ [email protected]

Hayatın her alanında toplumsal cinsiyet ayrımcılığı devam ederken kadın örgütlerinin de mücadelesi sürüyor. Bu mücadele uzun yıllar öncesine dayanıyor. Bugün mücadelenin en öncelikli gündemini erkek şiddeti, kadın cinayetleri ile yargının neredeyse kadını haksız gösterecek nitelikte verdiği kararlar oluşturuyor. Peki, uzun bir tarihe sahip olan kadın mücadelesi, 12 Eylül 1980 darbesi öncesi nasıl bir çerçevede, hangi kavramlar üzerinden yürütülüyordu? Yurt genelinde yükselişe geçen toplumsal hareketlerin de etkisiyle kadın mücadelesinin 1980 öncesi hangi temelde ilerlediğini, çıkış noktasını ve kadınlara etkisini, 1978 yılında kurulan ve şu an faaliyette olmayan Ankara Kadınlar Derneği'nin başkanlarından Nihal Uygur ile konuştuk.

>> Dönemin koşullarını göz önünde bulundurarak, Ankara Kadınlar Derneği hangi amaçla kuruldu?
Derneğin kuruluşundan önce de Ankara'da kadınların mücadeleye katılmaları için mücadele etmiştik. Çünkü, erkekler kendi haklarını savunmakta, hem sendikal anlamda hem de sosyal anlamda farklı yerdeydiler. Ancak kadınların hem hayata hem de siyasi mücadeleye katılımı eksikti. 'Cinsiyete dayalı bir örgütlenme olur mu olmaz mı?' diye tartıştıktan sonra, bir kadın örgütlenmesinin gerekli olduğunu, her alandaki mücadelede kadınların da yer alması gerektiğini düşünerek Ankara Kadınlar Derneği adı altında bir örgütlenmeye gittik.

>> Dernek fikrinin hayata geçirilmesiyle, süreç nasıl ilerledi?
Derneğin kurulmasıyla birçok kadına ulaştık. Oldukça başarılı bir süreç oldu. Türkiye çapında bir örgütlenmeye gitmiştik. Dolayısıyla ülkenin her kentinde, her sokağında ne kadar kadın varsa ulaşmaya çalışıyorduk. Ancak daha sonra 80 darbesini yaşandık. Toplumun her alanında yürütülen tüm mücadelelerin önü kesildi, kadın örgütlenmesi de bu nedenle zaafa uğradı.

>> Dönemin koşullarına göre değerlendirirsek, kadın mücadelesi ne üzerinden yürütüyordunuz? Hangi kavramlar, hangi eksiklikler, hangi noksanlıklar üzerinden?
Siyasi alandaki eksikliklerden yola çıktık biz. Siyasi anlamda hiçbir yerde kadın yoktu. Onların katılımını sağlamak, hayatın zorluklarına karşı kadınların farkındalığını artırmaktı amacımız. Mümkün olduğunca kendi bölgelerinden başlayarak, hatta aile içindeki birtakım farkındalıkları artırarak, daha sonra siyasi anlamda 'Neden zor geçiniyorum?', 'Neden ben okumadım?', 'Neden eğitim görmedim?', Neden toplumsal anlamda eşimden daha gerideyimi ve toplumsal hayatta yer alamıyorum?' gibi sorunları fark etmelerini sağlamak için örgütleniyorduk. Örgütlenme alanımız öncelikli gecekondu mahalleleriydi.

>> Peki o dönemden bu döneme, kadın mücadelesinde farkındalık yaratmak noktasında ne değişti, ne aynı kaldı?
Günümüzde de hem eğitim, hem sosyal, hem siyasi, hem de çalışma hayatında, erkeklerle kadınlar arasındaki fark çok büyük. Yani kadınlar ikinci sırada yer alıyor. Kadınları eve kapatmaya yönelik bir politika güdülüyor, kadınlar üremek için cinsel bir obje olarak görülüyor. Kadını, rolünün çocuk doğurmak olduğu, başka da bir işe yaramayacağı noktasına iten uygulamalarla karşı karşıyayız. Bunlara karşı çıkmak gerekiyor.

>> Aradan neredeyse 38 yıl geçmiş. O zaman farkındalık yaratmaya çalıştığınız konuların birçoğu hâlâ aynı şekilde karşınıza çıkıyor... Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
O zaman siyasi bir bilinç, toplumsal bir ses vardı. Bu nedenle kadınları farkına vardırmak ve mücadele yürütmek belki de daha kolaydı. Kadınların eğitime katılımı hâlâ yetersiz. Kız çocuklarının okutulmaması, eğitimden uzak tutulması büyük bir sorun. Diğer taraftan ise, mevcut iktidarın politikaları ışığında dini baskılar ve mahalle baskısıyla süreç bilinçli olarak sekteye uğratılıyor. Topyekun bir mücadele gerektiren bir durumla karşı karşıyayız. Sendikal hakların, diğer sosyal hakların budandığı karanlık bir dönemdeyiz.

>> Sizin mücadele yürüttüğünüz dönem ve içinde bulunduğumuz koşulları da göz önünde bulundurarak, kadın mücadelesinin hangi temeller üzerinden ve nasıl ilerlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Her alanda büyük bir saldırı altındayız. Bunun altından kalkmak gerekiyor. Topyekun bir mücadele gerekiyor. Bizi yok etmeye çalışan, eve kapatmaya, susturmaya, her türlü hakkımızı gasp etmeye çalışan bu zihniyete karşı direnmeliyiz. Kravat takan kadın katillerine gösterilen 'iyi hal' indirimleri, namus adı altında kadınların yaşam hakkının elinden alınması, tecavüze uğrayan kadınlara 'rızası var' cümlesinin kurulduğu şu dönemde kadın mücadelesini yürütmek gerçekten zor, ama asla imkânsız değil. Erkek egemen zihniyeti kırmanın ve onunla başa çıkabilmenin tek yolu ise mücadeleyi büyütmekten ve asla vazgeçmemekten geçiyor.


Kaynak: Birgun.net