Can Uğur
[email protected] - @canugur1987

Türkiye’de İslamcılık ve eğitimdeki faaliyetleri, AKP rejiminin faşizan uygulamaları tartışılmaya devam ediyor. Avrupa’da da diğer ülkelerde de siyasi İslam’ın iflası tartışılırken aynı zamanda köktenci örgütlerin saldırıları bir korku yaratmış durumda. Bu korkuya yaslanarak Batı’da göçmen karşıtı, ırkçı bazı unsurlar da gelişim gösteriyor. Siyaset Bilimi'nin duayen hocası Prof. Dr. Taner Timur ile siyasi İslam’ın geleceğini ve Türkiye’yi konuştuk.

»Türkiye’de İslamcılık canlı bomba eylemleriyle birlikte daha fazla tartışılıyor. İslamcılığa nasıl bakmak gerekiyor?

Günümüzde felsefe, sanat, bilim ve teknoloji alanlarına damgasını vuran tüm araştırma, tartışma ve katkılar dinlerin ve kutsal kitapların öğretileri dışında cereyan ediyor. Bu tabloda, dinler, sadece dar bir alanda ilham verici, yerine göre de frenleyici bir rol oynuyorlar. Örneğin dîni ve mistik duygular yazın dünyasında ilham kaynağı olabilirken, kutsal kozmogoniler bilime kesin sınırlar çiziyor.

Oysa seküler bilimin ve seküler değerlerin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz; buna uyum gösteremeyen “cemaat”ler başkalarının “kanun”u altında yaşamaya mahkûm kalıyorlar. Ne yazık ki İslam Dünyası bütünü itibariyle bu durumda; biz de bu konuda 93 yıl önceki laik cumhuriyet devrimiyle diğer Müslüman ülkelere örnek gösterilirken, bugün tam ters yönde bir akıntı içindeyiz.

»AKP’nin ‘İslamcı özüne dönmesi’ konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu özden hiç uzaklaşmışlar mıydı?

Kuruluşlarında “Milli Görüş” denilen şeriatçi “öz”den uzaklaştıklarını söylüyorlardı; kendilerine iktidar yolunu açan taktik ittifakları da bu “değişim” sayesinde kurdular. Ne var ki daha o günlerde “bunlar takiyyeci” diyenler zamanla haklı çıktılar.

Daha iki gün önce Başbakan ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, parti gençlerine verdiği parti içi derste AKP’nin tarihi referanslarını sayarken, açıkça, “milli çizgiyi temsil eden rahmetli hocamız Necmettin Erbakan çizgisi bizde devam ediyor” diyordu. Saydığı referanslar arasında Atatürk’ün adı bir kez bile geçmedi; İstiklal Savaşı’ndan söz ettiği cümlelerde Mustafa Kemal olarak bile..

Bu çizgi daha Erbakan zamanında Müslüman Kardeşler’e sempati duyan laiklik düşmanı, şeraitçi, karşıdevrimci bir çizgidir.

»Avrupa’daki saldırıları nasıl yorumluyorsunuz? Avrupa’da nasıl bir etki yaratır bu tarz saldırılar?

Zaman zaman Avrupa’da terör estiren cihadistler anlaşılan bu yolla “küfür dünyası”nı dize getireceklerini sanıyorlar; oysa tablonun bütününe bakılırsa, bu vahşi yöntemlerle sadece daha çok Müslümanın ölümüne yol açtıkları görülüyor.

Tabii Batı “bunları biz öldürüyoruz”, demiyor; hiçbir batılı devlet adamı, bizim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi, “onlar bir öldürüyorsa, biz yirmi, otuz öldürüyoruz!” diye övünmüyor.

Aksine herkesin dinine, inancına, milliyetine saygıdan söz ediyorlar. Ne var ki büyük sermaye, bilim ve teknoloji üzerine kurulu düzenleri, bu çağdışı sapkınlıkları sonunda kontrol altına alıyor ve sistemden temizliyor. Onlar da “gerçek İslam” tutkusu ve arayışı içinde birbiriyle savaşmaya ve birbirlerini “temizlemeye” girişiyorlar. Maalesef şu son yıllarda sıkça tanık olduğumuz sahneler.

»Siyasal İslam’ın çöküşü üzerine tartışmalar yapılıyor. Katılıyor musunuz bu teze?

Çağdaş İslam’ın temel sorunu siyasetten kopamaması, bir kişisel inanç ve etik haline dönüşememesidir; kısaca “siyasal İslam” olarak kalmasıdır. Üstelik bu eğilim son yıllarda çöküş halinde değil, aksine, yükseliş halinde bulunuyor.

Oysa İslam’ın temel kaynağı olan Kuran bu konuda birbirine ters yönde iki ilke içeriyor. Birincisi, Hıristiyanlıkta olduğu gibi aracı bir “Kilise”nin bulunmamasıyla ilgili ve bu da İslam’da seküler ortak yaşamı kolaylaştıracak bir potansiyel oluşturuyor; buna karşılık, “Allah’ın Sözü” kabul edilen Kuran’da toplumsal hayatı düzenleyen birçok kuralın bulunması da sekülerizmi zorlaştırıyor.

Bizde AKP iktidarı döneminde, özellikle de son yıllarda bu anti-seküler ilke güçlendi ve giderek batı düşmanlığına dönüşüyor. Örneğin AKP’yi destekleyen bir gazetede, tesadüfen bugün (12 Nisan) okuduğum bir yazıda (Yeni Akit, A. Dilipak), Gülenci harekete yöneltilen eleştiriler arasında, “(eğer bunlar zafer kazanırlarsa) Müslümanların yeni bir medeniyet iddiasından vazgeçecekleri; kendi geleceklerini batı demokrasisinin kavram ve kurumları ile ifade edecekleri” iddia ediliyor.

Altını çizdikleri bu büyük “tehlike”, aslında AKP “ideolog”ları arasında hayli yaygın bir korkunun ifadesidir: Laik demokrasi korkusu. Oysa seküler bir anlayış dışında demokrasi olamaz.

»Başkanlık konusuna gelecek olursak ‘Türk tipi başkanlık’ modelinin teorik arka planında ne var?

Ortada ciddi bir “hükümet sistemi” tartışmasından çok, zaten pratikte “Başkanlık sistemi”ne dönüştürülmüş olan “parlamenter rejim”imizi yeni kalıba uydurmak çabası görülüyor.

Eskiden çok daha az önemli Anayasa değişikliklerinde bile ülkenin hemen bütün anayasacıları makalelerle, söyleşilerle, panellerle görüş ifade ederlerdi. Partiler kendi görüşlerini ilan ederlerdi. Kamuoyu aydınlatılırdı. Şimdi böyle şeyler yok; Erdoğan direktifler veriyor; yandaşlar ordusu harekete geçiyor ve bir kör döğüşüdür gidiyor. “Binmişiz bir alamete..” misali..

»Faşizm kavramını sıkça duyuyoruz. Türkiye’de faşizme gidişten bahsedilebilir mi yoksa bu ‘abartılı’ bir yorum mu?

AKP hareketi, geçmişte faşizmi yaşamış ülkelerde bu rejime dayanak olan sınıflarda güçlü bir desteğe sahip. Bunlar popülist demagojiye en çok duyarlı olan muhafazakar küçük burjuvazi; işini kaybetmiş ya da kaybetme korkusu içindeki emekçiler ve genel olarak lumpen takımı; iktidara şirin görünerek kârını artırma peşindeki oportünist burjuvalar vb.

Ek olarak “Führer”, “Duçe”, “Caudillo” gibi bir unvan taşıyan bir de karizmatik lider gerekiyor.. Bizde de 1950’lerde, Büyük Doğu hareketinde Necip Fazıl, “Başyüce” adı altında Menderes’i bu yola teşvik etmişti. Aslında Türkiye gibi bir bağımlı bir ülkede bunlar da yetmiyor. Başta ABD olmak üzere, Batı dünyasının desteği de şart.

İşte Erdoğan son yıllarda, başka vesilelerle ayrıntılarına girdiğim birçok nedenle, hızla bu desteği kaybetti; Batı için “güvenilir” bir müttefik olmaktan çıktı. Bence Erdoğan’ın artık Türkiye’de tam bir diktatörlük kurma şansı pek kalmadı. Yine de daha bir süre –hükümet’e ve partizan yargı mensuplarına ait yetkileri de kullanarak- diktatoryal uygulamaları sürdürebilir.

Taner Timur Kimdir?

1958 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı fakültede asistan olarak görev alan Taner Timur, 1968 yılında doçentliğe, 1979 yılında profesörlüğe yükseldi. 12 Eylül askeri darbesinden sonra görevinden istifa ederek çalışmalarını Paris'te sürdürdü. Eylül 1992'de eski görevine döndü. 2002 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Timur'un eserleri: Osmanlı Kimliği, (Hil Yayınları 1986, İmge Kitabevi Yayınları 1998, 2000), Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, (İletişim Yayınları, 1991), Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, (Afa Yayınları 1991, İmge Kitabevi Yayınları, 2000), Osmanlı Toplumsal Düzeni, (İmge Kitabevi Yayınları, 1994, 2000), Küreselleşme ve Demokrasi Krizi, (İmge Kitabevi Yayınları, 1996, 2000), Osmanlı Çalışmaları, İlkel Feodalizmden Yarı Sömürge Ekonomisine, (İmge Kitabevi Yayınları, 1996), Türk Devrimi ve Sonrası, (İmge Kitabevi Yayınları, 1997, 2000).

***

Kötümser değil, gerçekçi olalım

» Gezi’den bu yana yaşananları dikkate alacak olursak gidişata karşı nasıl bir model öneriyorsunuz?

"Model" diyemeyeceğim, ama yapılacak şey ortada. Eski hesapları bir yana bırakarak, hızla “karizma”sını kaybeden ve kaybettikçe de daha hırçınlaşan bir iktidarın tüm keyfi ve müstebit uygulamalarına “dur!” diyebilecek bir cephe oluşturmak. Devrimci siyasetçiler, akademisyenler ve gazeteciler arasında bu konuda örnek olacak duruş ve direnmeler neyse ki var. Umutlar bu yönde. Kötümser değil, gerçekçi olalım ve unutmayalım ki özgürlükler alanında varmış olduğumuz noktada, eskiden aşmaya çalıştığımız kazanımlara bugün yeniden ulaşmaya çalışıyoruz.

Kaynak: Birgun.net