Erdoğan’ın, çözmek için baldıran zehri bile içeceğini söylediği Kürt sorunu, niyetteki iddiaya rağmen, ne kalıcı bir barışa ne de umut veren bir sürece dönüşebildi. Onlarca yıl, on binlerce insanın ölümüne neden olan savaşın sona ermesi için silahların susup siyasetin konuşmaya başlamasının gerektiği, o dönem, pek çok kişinin üzerinde kolaylıkla anlaştığı bir gerçekti. İktidar medyasında Öcalan’ın bu süreçte ne kadar sorumluluk sahibi olduğu vurgulanıyor, gündemi ne kadar sağlıklı değerlendirdiği övülüyor, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkı sağladığı söyleniyordu. Sarı-kırmızı-yeşil diye tweetler atmak pek şekerdi. Rüzgâr tersine döndüğünde ise, yani HDP 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nde 6 milyondan fazla insanın oyuyla yüzde on barajını yıkıp geçerek “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” denklemini bozduğunda; o ‘barışsever’ kalemler birer savaş çığırtkanına dönüşmekten çekinmeyecekti. Gerçeğin peşinde koşmak belalı işti. Dokunan yanıyor, kitaptan bomba yapılıyordu. Dün olduğu gibi bugün de iktidarın yelinde mendil sallamak gibisi yok.

• • •

Barışın, Roboski Katliamı’nın üzerine inşa edilemeyeceğini söyleyenler süreci baltalamakla suçlanıyordu. Ülkenin vicdanlı insanları; “ama onlar da kaçakçıymış” diyerek katliamı meşrulaştırmaya çalışan ve “ama biz onları terörist sandık” diyerek (suçun cezası bombalamakmış gibi) olanı biteni örtbas etmek isteyen yöneticilerin arasında sıkışmıştı. Barış süreci, karşılıklı acı ve kayıpların yaşandığı çok zor; üzerinde ciddiyetle, sabırla, hassasiyetle çalışılması gereken bir süreçken, gerçeklerin üzeri örtülmeye çalışılıyor ve bu konuda uyarıda bulunan aklı selim kim varsa sesi kısılmak isteniyordu. Bugün nasıl ki, ‘otoriterlik/diktatörlük’ eleştirisi yapanlar ‘darbeci ya da darbeye destek veren’ çevreler olarak lanse edilmek isteniyorsa, aynı şekilde kalıcı bir barış için yapılması ve yapılmaması lâzım gelen şeylere dikkat çekenler de susturulmak isteniyordu. Ve elbette gerçek sonsuza dek saklanamazdı.

• • •

28 Aralık 2011’de TSK’nin savaş uçakları Irak sınırında kaçakçılık yapan çoğu çocuk 34 sivili, üzerine 4 bomba atarak öldürdü. TSK ve AKP iktidarının ikna olmamızı istediği şey, bunun bir kaza olduğu, TSK’nin 60 yıldır Irak-Türkiye sınırında kaçakçılıkla geçindiği bilinen insanları PKK’lilerle karıştırdığıydı. ’dan elde edilen görüntüleri izleyen CHP’li ve HDP’li vekiller ise öldürülen insanların kaçakçı olduğunu açıkça görebildiklerini söyleyecek, kendi halkı üzerine bomba yağdıran TSK’nin kaza savunmasına ciddi bir şerh düşecekti. Hükümet ağız birliği yapmışçasına öldürülen köylüleri suçluyordu. “Ama onlar PKK’ye yardım ediyorlar.” O gece ne olmuştu? Nasıl olmuştu? Katliamla ilgili oluşturulan ve 5 AKP’liye karşı muhalefetten 3 vekilin yer aldığı Meclis Araştırma Komisyonu ne Genelkurmay Başkanı ne Hava Kuvvetleri Komutanı ne de dönemin Bakanları ve Başbakan Erdoğan ifade verdi. Katliamın gerçekleşmesinde siyasi sorumluluğu bulunan hükümet kendisini 5 AKP’li vekille Meclis’te, TSK ise kendini kendi askeri mahkemesinde araştırdı. Askeri savcı ordunun suçu olmadığına ve yargılanmayacağına hükmetti. Roboski Katliamı’nda sorumluluğu bulunan kimse yargı önüne çıkmadı. Dosya özel yetkili savcılıktan askeri savcılığa yollandıktan sonra Anayasa Mahkemesi de böyle önemli bir dosyayı basit bir usul eksikliğini gerekçe göstererek reddetti. Böylece yakınları öldürülen aileler için AİHM’ye gitmekten başka çare kalmadı. Adaletten kaçırılmaya çalışan Roboski Katliamı’nın peşine düşenlerin başında da, bugün kapatılan ve gazetecileri kelepçelenen Özgür Gündem gazetesi vardı.

• • •

Barış için düşünen, ömrünü, hayatını ortaya koyan insanlar, çoluk çocuk demeden kendi halkını bombalayan TSK’den hesap sorulmasını talep ederken, iktidar tarafından ‘teröriste’ destek olmakla suçlanıyordu. Söz konusu Kürtler olduğundan ve Fethullahçılar “ne istiyorlarsa aldıklarından” ordunun kendi halkına bomba yağdırması, meydanlara çıkıp itiraz edilmesi değil, üzeri örtülmesi gereken bir hadise sayıldı. Bugün öğreniyoruz ki, 34 köylünün katledildiği Roboski’nin bombalanmasına karar verilen Genelkurmay’daki toplantıda, darbe girişiminde rol alan ve başarılı olunsaydı İstanbul Belediye Başkanlığı’na getirileceği anlaşılan Korgeneral Satı Bahadır Köse de varmış. Askeri Savcılığın hakkında takipsizlik kararı verdiği Roboski dosyasındaki şüphelilerden biri olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Lojistik Komutanı Yıldırım Güvenç de 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından tutuklandı. Kalıcı bir barışın önündeki en önemli engellerden biri Roboski idiyse, süreci bitiren de Ceylanpınar’daki polis cinayetleri oldu. Önce HPG tarafından üstlenilen sonra PKK tarafından reddedilen cinayetler, üzerindeki sır perdesini koruyor. Telefon ihbarıyla yapılan gözaltılar sonrası sanıklar hakkında tutuklama kararı veren hakim Nurettin Bulut, darbe girişimi sonrası FETÖ soruşturması kapsamında tutuklandı.

Önceki gün Meclis Genel Kurulu’nda konuşan HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir, Ceylanpınar’daki saldırının provokasyon olduğunu savunarak siyasi partilerin bu karanlık olayı ortaya çıkarmak için bir araya gelmesi gerektiğini, böylece darbe mekanizmalarının da araçlarının ortaya çıkarılmış olacağına inandığını söyledi. Araştırma önergesi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.

“Adın Perihan olsun”

Sevgili Betül Fatime Günday, Dersim Katliamı’nda hayatta kalanlardan annesi, ve Meclis’in ilk Dersim vekili Diyap Ağa’nın torunu Ane Hatun’un hikâyesini yazdı. O kendisi için ‘aktarıcı’ diyor. Ane Hatun’dan dinlediği acıyı, mücadeleyi hepimiz için kağıda dökmüş. İyi ki de yapmış. Her bilgi yüzleşmemiz ve iyileşmemiz için çok çok önemli. İletişim Yayınları tarafından basılan kitap “Adın Perihan Olsun” adıyla raflarda. Okuyalım.

Kaynak: Birgun.net