Ülkede 15 Temmuz sonrası OHAL devam ederken, eş anlı olarak ekonomide ortaya çıkan çöküntülere yama yapma çabası izleniyor.

Bu çabaların bir parçası olarak gündeme giren Ulusal Varlık Fonu ve zorunlu bireysel emeklilik taslağı önemli. Her ikisi de tüm çalışanları doğrudan etkiliyor ve her ikisi de benzer bir anlayışın farklı uygulama pratiklerini temsil ediyor. Bu iki taslaktan bireysel emekliliğin zorunlu hale getirilmesini daha önce bu köşede detaylı incelemiştik. Varlık Fonu’nun ne getirip ne götüreceğine geçmeden önce, ekonomide bugün var olan sorunla başlarsak, sorunların çözümüne ilişkin taslak haldeki bu düzenlemelerin nasıl bir anlayışın ve stratejinin parçası olduklarını daha net ortaya çıkarabiliriz.

Uzun bir süredir veriler oldukça olumsuz bir tabloyu sergiliyordu; enflasyonda Nisan sonrası yeniden yukarı yönlü oluşmaya başlayan eğilim, istihdam, sanayi üretimi, yeni siparişler, ihracat siparişlerinde daralma (özellikle üst üste beş ayda daralma izlenen imalat sanayii dikkat çekici) vb. işaretler bir yandan dünya ekonomisindeki iklimin bir yandan da ülke içindeki yönetimin ekonomiye ‘pek de iyi gelmediğini’ ortaya koyuyordu.

Nitekim 15 Temmuz sonrası başta yabancı sermaye örgütleri ve uluslararası kurumlardan sert tepki oluşmasıyla birlikte, dış borç dengesi, cari denge gibi gayet kırılgan hale getirilmiş dinamikler üzerinde de riskler belirgin bir artış gösterdi.

Bugüne dek emekçilere daha az ve daha niteliksiz iş ve daha güvencesiz ve kuralsız çalışma yaşamı, bunun yanında hayat pahalılığı, yaşam alanlarının tahribatı vb etkilerle daha niteliksiz bir yaşam sonucunu yaratan ekonomideki bu gidişatın artık tıkandığı ortada. Aynı anda AKP’nin bu tıkanıklığı daha büyük tahribatları göze alarak açma çabası da ortada.

Bu kapsamda öncelikle Varlık Yönetim Fonu tasarımının ekonomide 15 Temmuz sonrası giderek tehlike haline gelen döviz ihtiyacı ve kaynak sıkıntısını aşmaya dönük ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Ulusal Varlık Fonu literatürde nedir? Türkiye için nedir?
Ulusal Varlık Fonu (UVF, Sovereign Wealth Fund) genellikle cari fazla üreten veya emtia geliri olan ülkelerin (petrol, doğalgaz ihracatçıları), bu kalemlerden sağladıkları döviz rezervlerindeki artışı değerlendirmek adına işletilen bir fondur ve kontrolü tamamıyla devlete aittir. UVF’lerin geçmişi 1950’li yıllara kadar gitse de özellikle 2008 krizi sonrası popüler olmuştur. Başlangıçta kamu kaynaklarıyla finanse edilen bu fonun görevi- uzun vadede spekülatif dalgalara karşı daha korunaklı olmasının da vermiş olduğu etkenle- toplumsal refahın korunması olarak belirlenmiştir. Devlet birikimlerini daha korunaklı limanlarda değerlendirerek eğitim, sağlık, altyapı vb yatırımlarını bir nevi güvenceye alacaktı. Fakat ne var ki fonu bugün bu kadar popülerleştiren etmen, 2008 krizi sonrası bu fondan onlarca finansal şirketin kurtarılması oldu. 1998’de dünya genelinde toplam büyüklüğü 2 trilyon doların altında olan bu fonun 2015 itibariyle 12 trilyon dolara çıkmasının özü de budur.
Şimdi gelelim yüksek cari açığı ile ün yapmış, cari döviz ihtiyacı ile MB’nin eriyen döviz rezervleriyle dikkatleri üzerine çeken Türkiye’de bu fonun ‘ne aradığına’. Muhtemel Çin’in ihracattan, BAE ve S.Arabistan’ın petrolden gelirlerini aktararak oluşturduğu bu fon niye Türkiye’de bulunmasın sorusundan yola çıkmış olacak ki, AKP’nin ‘yatırım ortamını iyileştirme stratejisinin’ vitrinini neredeyse bu fon oluşturuyor.

Tanımı gereği UVF’nin Türkiye’de işlemeyeceği çok açık. Fakat ya AKP tanımını, içeriğini değiştirirse? İşte o zaman bir şeyler olur. Türkiye’nin bugün rezerv fazlası yok, dolayısıyla buradan bu fona kaynak aktaramayacak, ‘bütçe fazlası’ da buna imkân vermiyor.

İşsizlik fonundan Ulusal Yatırım Fonu’na…
Tasarıda da belirtildiği gibi UVF’nin kaynaklarını özelleştirme gelirleri, Kamu varlıklarının menkul kıymetleştirilerek transferi, TMSF, DASK, vakıflar gelirleri, emeklilik ve işsizlik fonlarının oluşturacağı biliniyor.

Özel hukuk hükümlerine tabi olarak kurulacak olan Türkiye Varlık Yönetimi Anonim Şirketi’nin 50 milyon lira olan kuruluş sermayesi Özelleştirme Fonu’ndan karşılanacak. ‘Özel hukuk hükümleri’ kapsamında fonun Sayıştay denetiminin dışında tutulacağı maddesi de var.

Velhasıl özelleştirmelerde denizin sonuna gelindiğini artık herkes biliyor. Bu fona kaynaklık edecek kalemlerin ‘yaratılacak’ kamu rantları olacağı aşikar. İlk etapta akla gelen otoyollar, 3. havalimanı, 3. köprü ve Erdoğan’ın ‘hızlandırdım’ dediği Kanal İstanbul projeleri… Ve daha niceleri elbette… Özellikle tasarının bulunduğu torba yasa kapsamında AOÇ’nin de Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne devredileceğini, halihazırda orman üzerinde bulunan ve hukuki çıkmaza giren ticarethaneler için de orman vasfının kaldırılacağını düşündüğümüzde rant yelpazesinin şimdiden hızla genişletiliyor olduğunu görmekteyiz.

Burada UVF’nin bu projelere katkısını da bir nevi garantör işlevi ile açıklamak mümkün. Söz konusu fon işsizlerin, emeklilerin birikimlerinden ve kamusal varlıklardan beslenerek bir yandan finans sermayesine yakıt tankı görevi üstlenirken diğer bir yandan da rant projelerine garantörlük yapacak.

Sonuçta meseleyi baştan alırsak, ekonomiyi mevcut tüketim odaklı, borca dayalı ve dış tasarruflara bel bağlayan anlayışıyla bugün yatağa mahkûm eden anlayışın çözümü, ileride daha ciddi tehlikelere zemin hazırlıyor. Bugüne kadar birikimleri siyasi çıkarlarla eritilmiş emekçiler, emeğiyle geçinen tüm çalışanlar ekonomideki sonuçların bedelini bir kez daha ödemeye zorlanıyor.

Kaynak: Birgun.net