BERNA ATAOĞLU [email protected]

Bir çok iletişim kanalına sahibiz bugün. Televizyon, internet, akıllı telefon, sosyal medya ; zamanı, mekanı, mesafeleri dert etmeksizin ‘’iletişim’’ kurmamıza olanak sağlayan yenilikler. Ne kadar ‘’ modern’’ ve ‘’rahat ‘’ bir çağda yaşıyoruz öyle değil mi? Bir sürü ‘’dostumuz ‘’ var. Onlara gün içinde neler yaptığımızı anında gösterebiliyoruz. Onların neler yaptığını öğrenebiliyoruz. Ne güzel, kimseyi özlemiyoruz artık(!). Herkesle ilgili her şey elimizin altında. Kendimizle ilgili her şey de yine herkesin elinin altında. Özel alanlarımız kamuya açılmış durumda. Selfiler çekiliyoruz, özlü sözler yazıyoruz, haberleri ilk biz okuyoruz, hatta biz haber oluşturuyoruz. Beğenilmek, takip edilmek, takip etmek tüm yaşam dinamiğimiz. Ne kadar da yakınlaştık(!) , dünya ne kadar da küçüldü öyle değil mi? Peki düşünüyor muyuz hiç? Bu küçülmüşlük ve daralmışlık içinde, kendimizden başkasını görüp göremediğimizi, toplumsal bir narsizmin içinde olup olmadığımızı... Anlarımızı fotoğraflayıp ölümsüzleştirmeye çalışırken, anılarımızı ölüme mahkum ettiğimizi mesela... Görüyor muyuz! Yakınlık dediğimiz şeyin aslında ne kadar uzaklaştırdığını, kendimize etrafımıza yabancılaştığımızı, insani vasıflarımızı yitirdiğimizi, sistemin bizi uyutmak, uyuşturmak ve böylelikle yola getirmek çabasında olduğunu ve başardığını... Biz elimizdeki ekranlara gömülmüşken sürüp giden savaşları, büyüyen kapitalizmi, derinleşen faşizmi... Fark ediyor muyuz?

"Ego Chat" bütün bu soruları kendimize soralım isteyen bir performans. Doğu ile Batı arasında sıkışıp kalmış Türkiye insanının kimlik arayışı ve buldum sanışı üzerine bir gösteri. Maruz kaldığımız kültür emperyalizmiyle başetme serüvenimizin bizi neye dönüştürdüğü üzerine bir tespit...

Dans, müzik, ışık kullanımıyla harmanlanmış yaklaşık 45 dakikalık bu tek kişilik performansı oluşturan ve oynayan Serkan Bozkurt; eğitimini Viyana’da tamamlayan bir dansçı ve dans eğitmeni. ‘’ Umut’’ isimli tiyatral dansıyla Viyana’da ödül de alan Bozkurt ‘’Danshane ‘’ adlı mekanda eğitmenlik yapıyor. Ego üzerinden kendi deneyimlerini de malzeme alarak kurguladığı Ego Chat Tatavla sahnede gösteriliyor.

Sahnede loş bir ışık, bir mikrofon, ince uzun aynalar ve sırası geldikçe kullanılan aksesuarlar var. Oyuncu kulisten değil seyircilerin arasından çıkıyor. Böylelikle izlediğimiz şey bizim de hikayemiz olabilir diye düşünüyoruz. Amsterdam ‘da bir maske dükkanındayız ilk bölümde. Yüzünü görmediğimiz adam , gölge oyunlarıyla ellerini konuştururken, gitmiş olmanın arazlarımızdan kurtulmaya yaramayacağını, herkesten önce kendimizi kandıracağımızı vuruyor yüzümüze.

Oyunda gerçek ismini kullanan Serkan Bozkurt kendiyle başladığı sohbete önce bizi sonra tüm ülkeyi katıyor hatta bazen tüm insanlığı. Her anını fotoğraflayanlar, aynalarla hayran hayran konuşanlar, gücünü kanıtlamak için öfke nöbetleri geçirirenler, bağıranlar, tükürenler, hayvana dönüşenler, kendiyle sevişenler dansın tüm olanakları kullanılarak performe ediliyor.

Yöresel dans figürlerinin temsiliyle başlayan ve dünya danslarından da örneklerle devam eden bölümde kültürler arasında kalmışlığımızın yarattığı kafa karışıklığının altı çizilmeye çalışılıyor. Geleneksel figürlerle modern figürler birbirleriyle mücadele ettiriliyor ve kazanan bale oluyor. Böylece batının asimilasyon konusundaki gücüne bir kez daha tanık olalım isteniyor.

Sahneye dökülen yapraklar ve takılan gaz maskesiyle gezi direnişinin hatırlatılıyor oluşu performansın genel atmosferinin dışına çıkılmasına sebep oluyor. Evrensel bir insanlık trajedisinin içindeyken birden tarihin özel bir anına saplanıveriyoruz ve düşünme sürecimiz kesintiye uğruyor.

Işığın kullanım şekli , siyah örtünün altında yapılan gösterinin anlaşılmasını güçleştiriyor. Oyuncunun her anlamda kendini deşifre edişi ve seyirciyi de bu deneyime davet edişiyle konfor alanımızın tehlikeye girdiğini hissediyor ve kendimizle yüzleşmeye başlıyoruz. Serkan Bozkurt kendi ego savaşını bitirip boş, kimliksiz bir bedenle tekrar seyircilerin arasındaki yerini aldığında, kendi kimliklerimizin anlamsızlığını sorguluyor ve tüm dünyayla iletişim halinde olduğumuzu düşünürken kendi gerçekliğimize ne kadar da uzak olduğumuzu fark ediyoruz.


‘’ Nerdesin? Burada mısın? Sen kimsin ? Sen sadece toplumun yansıttığı bir ayna mısın? Kendin olmak için çabaların ancak seni boşluğa mı götürüyor ve her kaçtığın noktada egon daha da mı büyüyor? Kendinle sevişmen ve egonla savaşın hiç bitmiyor mu? O zaman Ego Chat’sin sen! ‘’

***

Berna Ataoğlu'nun diğer yazıları:

Özgürleştirilmiş Kuşların Masalı: Dil Kuşu

Önce Boşluk, Sonra Oyun, Sonra yine Boşluk: "Mutfak Söyleşileri "

Oyun oyun içinde, izliyoruz, izleniyoruz: "Hamlet"

Kimliğini kaybetmeye zorlanan kadınlar üzerine bir oyun: Lena, Leyla ve diğerleri

Deliliğimizi yüzümüze vuran oyun: Bir Delinin Hatıra Defteri

Çarşı'da bir müstehcen oyun: "Günlük Müstehcen Sırlar"

Kaynak: Birgun.net