SERAP ÇAKIR

“Ey Yabancı, git Lakedaimon’lulara de ki, biz burada onların yasalarına uyduğumuz için yatıyoruz.”
Keoslu Simonides

“Darağacından Notlar” kitabında Gestapo zamanlarına uzanıyoruz. Çekoslovakya’da faşizm ülkenin tüm hapishanelerini Çek aydınlarla, sosyalistlerle doldurmanın peşinde. Başarıyor da… O devrimcilerden birisi Julius Fucik (Yulius Fuçik). Fucik’in zindanda çoğu zaman sigara kâğıtlarına yazdığı ve hapishane anılarını içeren “ölüm güncesi”ni geçtiğimiz aylarda Yordam Kitap yayınladı. Kitabın su götürmez kıymetinin yanında öncelikle yıllara uzanan çeviri macerası bu satırların konusu olmayı tabiiyetiyle hak ediyor.
“Darağacından Notlar”ın çevirmeni Celal Üster, Fucik’le 1971 Muhtırasının ilk günlerinde tanışıyor. Türkiye faşist diktatörlüğün pençesinde kıvranırken, Üster dışarı da çıkamadığı o günlerini Fucik’in kitabını çevirerek değerlendiriyor. Yazarları tutuklanmış, yayınevleri basılmış bir ülkede çevirdiği kitabını yayımlatabilecek bir yayınevi bulamıyor. Yazı masasının çekmecesine kaldırdığı çevirisini günü gelene kadar orada saklamayı planlıyor ama tutuklanma sırasının kendisine geldiğini anlayınca, daktilo kutusunun içine başka belge ve çevirileri de koyup Fucik’i bir arkadaşının evine bırakıyor. O gece Celal Üster’in evi basılıyor, hapse giriyor. Aradan uzun zaman geçtikten sonra hapishanede Darağacından Notlar kitabının çevrildiğini görüp bu çevirinin kendisine ait olabileceğini düşünüyor, ama nasıl? Hapisten çıktıktan sonra, arkadaşına emanet ettiği notlarının ikiye bölünüp toprağa gömüldüğünü, çok sevdiği daktilosunun da suyun dibini boyladığını öğreniyor. Çevirinin kendisine ait olup olmadığından ise hiçbir zaman emin olamıyor. Yıllar sonra Yordam Kitap’ın genel yayın yönetmeni Hayri Erdoğan’a bu olayı anlatınca, bir kez daha aynı kitabı çevirmesi gerektiğine karar veriyorlar. Üster, 12 Mart’la yitirdiği geçmişinin bir parçasını geri alırken, biz okurlar da Julius Fucik’in son zamanlarını okuma fırsatını elde ediyoruz.

Kim bu Fucik?
1903’te dünyaya gelen Julius Fucik’in 40 yıla sığdırdığı yaşamının son bir yılı hapishanede işkenceyle geçiyor. Kısacık hayatına iki dünya savaşı sığdıran, umudunu son ana kadar korumayı başarmış cesur bir sosyalistten bahsediyorum sizlere. Gestapo’nun onu sağ bırakmayacağını bildiği halde 19 Mayıs 1943’te şu notu düşüyor hücresinde: “Mutluluk için yaşadık, bunun için mücadeleye girdik ve bunun için ölüyoruz. Hüzün adımızın yanına bile yanaşmasın.” Çelik işçisi bir babanın evladıyken, işçi hareketi ve kültür dünyasının içine genç yaşlarında katılıyor Fucik. Önce Komünist Parti’ye giriyor ve hemen ardından sosyalist dergilerde yazmaya başlıyor. Komünist Öğrenci Örgütü liderliğinden kültür ve siyaset dergisi Tvorba’nın yayın yönetmenliğine, oradan da Çekoslovakya Komünist Partisi’nin yayın organı Rude Pravo’nun yayın yönetmenliğine kadar yükseliyor.


1938’de Almanya’nın gözü dönmüş ordusu Südetler bölgesini ilhak ettikten sonra ise, ülkede işler karışıyor ve tahmin edileceği üzere ilk olarak Komünist Parti kapatılıp yayın organları yasaklanıyor. Sosyalistleri yeraltı örgütlenmesine iten Nazi işgali aynı zamanda ülkenin sosyalist aydınlarını tek tek avlayan bir mekanizmayı da devreye sokuyor. Julius Fucik, bu avlardan birinde 24 Nisan 1942’de bir eve düzenlenen baskında tutuklanıyor, Nazi mahkemesince Berlin’de ölüm cezasına çarptırılan Fucik, 8 Eylül 1943’te Plötzensee Hapishanesi’nde asılarak idam ediliyor.
Tutuklandıktan hemen sonra 24 saat aralıksız dövüp işkence ediyorlar Fucik’e. İşkencenin sonlarına doğru karısı Augustina Fucik’i direncini kırmak için getirmeyi de ihmal etmiyor ama her ikisini de hiçbir şekilde konuşturamıyorlar: “Tanıyor musun onu?”, “Tanıyor musun onu?” “Hayır, tanımıyorum.” “Korkusunu ufacık bir bakışla bile dışarı vurmadan söyledi bunu. Onun gibisi az bulunur. Beni hiçbir zaman tanımayacağına dair andına bağlı kaldı, artık buna pek gerek kalmamış olsa da. Benim adımı kim verdi acaba?”

‘Umutlar tükenmedi’
Öldü diyerek hücreye bırakmalarından günler sonra kendine az da olsa geliyor. Pankrac Gestapo Hapishanesi’nde Adolf Kolinsky ve Jaroslav Hora isimli iki Çek gardiyanın yardımıyla küçük notlarını dışarı çıkarmayı başarıyor ve karısının bir alt katında birkaç hücre ötesinde kaldığını bilerek en sevdiği şarkılara sığınıyor. Kimi zaman işkence sonrası sanrılarıyla yazıyor notlarını Fucik, 1 Mayıs günü kulağında özgür Çekoslovakya’nın şarkısıyla kafasında muhteşem bir karnaval töreni düzenliyor. Kadın ve erkek mahkûmlar, gardiyanlar ve tüm halk 1 Mayıs’ı yürekten söylediği bir şarkıyla kutluyor. Kimi zaman ise 267 no’lu hücresinde kafasında sorular geçidi hüküm sürüyor: “İnsanların uyanmaları için daha kaç yüzyıl gerekecek? İnsanlık ilerleyebilmek için kaç bin hapishane hücresinde volta attı acaba? Ve daha kaç bin hücrede volta atması gerekecek?”
Fucik’in karısı Ravensbrück’teki toplama kampından sağ çıkmayı başardıktan sonra gardiyanlardan eşinin numaralandırılmış notlarını bulup işte bu eşsiz kitabın çıkmasına vesile oluyor. Ölüme giden bir yolu kalemiyle ve sosyalizme olan inancıyla aydınlatan Fucik’in en çarpıcı sözlerinden birisi de şöyle: “Çok şey öğrendik, ama düşman çok güçlü ve acımasız olmasına karşın yok etmenin dışında pek bir şey öğrenemedi.”
Düşman acımasız olmanın dışında hiçbir şey bilmiyor ama bizler direnerek ve hatta ölerek tarih yazan bu cesur yürekli kadın ve adamlardan çok ama çok şey öğrenmeye devam ediyoruz. Bu güzel gülüşlü adamı yine onun sözleriyle selamlayalım: “Ama öykü henüz bitmedi, o yüzden umutlar da tükenmedi.”

Kaynak: Birgun.net