Geçen hafta sonu dünya petrol üretiminin yüzde 70’ini sağlayan OPEC üyeleri ve kartele dahil olmayan ülkeler Katar’ın başkenti Doha’da bir araya geldi. Kamuoyuna toplantının amacının üretim miktarını ocak ayı seviyesinde sabitlemeyebilmek olduğu açıklandı. Nitekim iki senede petrolün varil fiyatı 110 dolardan yaklaşık 26 dolara (Ocak ayı fiyatı) geriledi. İşte amaç bu gerilemeyi, üretimi (arzı) düşük miktarda baskılayarak durdurabilmekti. Toplantı öncesindeki gündem ise Yemen meselesiyle daha da iplerin gerildiği Suudi Arabistan ve İran çatışmasına kilitlendi. S.Arabistan “İran üretimi düşürmeden düşürmem” derken, İran ise ısrarla davet edildiği toplantıya bile katılmadı. Sonuç olarak Doha’daki görünüm petrol fiyatlarında yukarı yönlü kalıcı bir gidişatın bundan sonra uzunca bir süre mümkün olmayacağını ortaya çıkardığı gibi gerilemenin de durdurulamayacağını ortaya koymuş oldu.

Doha’nın perde arkası
Esas olarak piyasanın küçüğünden büyüğüne tüm aktörleri tarafından Doha toplantısından bir sonuç alınamayacağı biliniyordu. Bu kapsamda çok da dikkate alındığını söyleyemeyiz. Çünkü artık bir küresel kriz döneminin alameti olarak bilinen petrol fiyatlarındaki sürekli gerilemenin, bir anlaşmayla giderilmesi fikri kimseye inandırıcı gelmiyor. Zaten bu gibi anlaşmaların amacı da, gelecekte gerilemenin devamını bekleyen ve artık petrole dayalı finansal kağıtlara yatırım yapmayan, bu sayede petrol şirketlerinin hisse değerlerini daha da düşüren finansal aktörleri ikna etmekten ibaret diyebiliriz. Bu aşamada en azından yaratılacak olan bir belirsizlik, petrol fiyatlarında manipülatif etkilere olanak sağlayacak, bu da petrol şirketlerine yarayacaktır. Bunun dışında, küresel durgunlukla birlikte gerileyen petrol talebine karşılık, pazar payını kaybetmemek için birbirleriyle üretim yarışına giren petrol üreticilerinin, petrol savaşlarından vazgeçmeye niyetleri yok gibi gözüküyor.

Öte yandan Doha gündeminde öne çıkan bir nokta daha oldu ki bu daha ilgi çekici bir tartışmaya dönüşüyor. Emperyalist müdahaleleri neoliberal gerekçelerle açıklamaya çalışan başta ABD’li stratejistler olmak üzere birçok kesim tarafından toplantı öncesinde de sonrasında da S.Arabistan’daki Batı hoşnutsuzluğu, diktatoryal rejimin ABD çıkarlarıyla uyumlu olmadığı işaret ediliyor. S.Arabistan’a ‘dolaylı bir müdahale olasılığının’ daha fazla dillendirilir olması bu anlamda dikkat çekici. Öte yandan İran’ın, ambargoların kaldırılması eşliğinde Batı ile daha ılımlı bir çizgiye gelmesi ve küresel sermayenin yeni odaklarından biri olmaya doğru adım atması, Suudi rejimindeki yalnızlaşmayı daha görünür hale getiriyor. Eh tabii yalnızın halinden yalnızlar anlar… Burada Türkiye ile ilişkisine bir parantez açmak gerekirse, benzer bir yalnızlaşmayı yaşayan AKP’li Türkiye ile Kral Selman’lı S. Arabistan ilişkisini, Selman'ın Türkiye ziyareti üzerinden kaleme alan İngiliz Sunday Times gazetesi şöyle yorumluyor: “Bir zamanların laik ülkesi Türkiye ile kendisini İslam'ın merkezi olarak kabul eden S. Arabistan arasındaki ilişkilerin derinleşmesini yansıtan, çok önemli bir gösteri”.



Petrolün kazananı ve kaybedeni
2008 yılında krizle birlikte derinden sarsılan küresel kapitalizmde özellikle son iki senedir sert düşüşler eşliğinde gerileyen petrol fiyatları, sistemin uzun soluklu bir durgunluk evresini doğrular konumda. Hal böyle olunca, petrol fiyatlarındaki gerilemede “üreticiye darbe, tüketiciye bayram” ezberi de bozulmuş oluyor. Petrol üreticileri ciddi bir gelir kaybı yaşarken, artan bütçe açıklarının sosyal harcamaların kısılması ile giderilmeye çalışılması gibi politikalar kuşkusuz en ağır maliyeti emekçi kitlelere yüklüyor. Dış siyasette, özellikle Batı’da alternatif yenilenebilir kaynaklara doğru yönelim hızlanırken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika petrol üreticileri daha etkisiz ve ‘işlevsiz’ hale geliyor, ittifaklarda bunun üzerinden şekilleniyor. İşte bu nedenle bu kesimin bugünlerde ‘en azından pazarımı kaybetmeyeyim’ çabasıyla petrol arzlarını yüksek seviyede tutmakta ısrarcı olmaları da ortada.

Öte yandan Türkiye gibi tüm ipleriyle dışa bağımlı, petrol ithalatçısı ülkeler de fiyatlardaki düşüşten bekledikleri memnuniyete ulaşamıyor. Türkiye’yi ele alacak olursak cari açıkta bir daralma yaratsa da, düşük büyüme konjonktüründe bir yandan sermaye girişlerinin yavaşlaması, diğer yandan da giderlerin gelirlerin üstünde artıyor oluşu daha problematik bir devreye işaret ediyor. Kaldı ki, petrol fiyatlarındaki düşüşün tüketici vergileri sebebiyle ufak da olsa pompa fiyatlarına yansımadığını biliyoruz.

Sözün özü petrol fiyatlarındaki uzun soluklu gerilemenin gelecekte de devam edeceği ortada. Bu gerilemenin üretici ülkelere her yönden zararı süreceği gibi, ithalatçı ülkelere de pek bir hayır getirmeyeceği ortada. Tüm dünyada reel üretim, istihdam gerilerken, petrole ilişkin talebin de eskisi gibi yeniden ayağa kalkmasını beklemek güç. Görünen o ki pasta daralırken, daha birçok oyuncu masada saf dışı kalmaya devam edecek.

Kaynak: Birgun.net