İki buçuk yıldan beri Türkiye, “kırılgan yükselen piyasa ekonomileri listesi” içinde yer almaktaydı. Bugünlerde ise bazılarına göre, siyasî belirsizlik son buldu; kırılganlıklar hafiflemektedir.
Bazı kırılganlık göstergelerini mercek altına alalım; tartışmaya başlayalım.

Ana tehlike: Dış kaynak girişlerinin tersine dönmesi
Önemli bulgularımız var: Son yirmi beş yılda Türkiye ekonomisi, yabancı sermaye hareketlerinin “net çıkış” gösterdiği on iki veya on üç aylık dönemlerden geçmiştir. 1994, 1999, 2001 ve 2009 yıllarının milli gelirleri de öncelikle bu dışsal şoklar nedeniyle küçülmüştür.
“Dışsal şok” nasıl ölçülebilir? Sermaye hareketlerindeki “tersine dönüş” (yani “kötü” dönem ile “canlı” dönem arasındaki fark) hesaplanır. Elde edilen “eksi” değeri, “canlı” yılın milli gelirine oranlarsak, sermaye hareketlerindeki şokun ekonomi üzerindeki göreli etkisi belirlenmiş olur.

Yukarıdaki dört yılda böylece hesaplanan dış şoklar, -%6,4 (1999) ile -%10,8 (2009) arasında seyretmiştir.

Peki, ekonominin tümü üzerindeki etkisi ne olmuştur. Olumsuz (“eksi”) şoklar, küçülmeye yol açmıştır. Bu dört yılda Türkiye milli geliri %3,4 (1999) ile %6,1 (1994) arasında değişen oranlarda düşmüştür. Meraklılar diğer iki yılın küçülme oranlarına ve küçülmelerin hangi aylarda yoğunlaştığına bakabilirler.

Bu ön-bilgilerin ışığı altında günümüzü değerlendirelim. 2015’in ilk 11 ayında Türkiye’ye giriş yapan yabancı sermaye (35,2 milyar dolar) 2014’ün aynı dönemine göre 14,6 milyar dolar azalmıştır. Bu gerilemenin bir “şok” olup olmadığını, bir önceki yılın milli gelirine oranlayarak anlayabiliriz: Yabancı para girişi, milli gelirin %1,8’i oranında gerilemiştir.

Üç saptama söz konusudur: (1): Bu aşamada net sermaye çıkışı söz konusu değildir. (2): 2015’te ekonomi, yabancı sermaye girişlerindeki yavaşlamanın etkisi altına girmiştir. (3): Dış kaynak girişlerindeki azalmanın milli gelire oranı, önceki dört krizdeki yüzdelerin gerisindedir.

Demek oluyor ki, 2015’te yabancı sermaye hareketlerindeki yavaşlama, bir kriz etkeni boyutunda değildir. Ekonomiyi durgunlaştıran bir etki söz konusudur.

Diğer çevre ekonomilerinde durum nasıl? Bu konuları yakından izleyen Institute of International Finance (IIF), Ocak 2016 tarihli “Yükselen Piyasalara Sermaye Hareketleri” başlıklı raporunda, otuz en büyük çevre ekonomisine dönük akımları 2014’te 1087, 2015’te ise 293 milyar dolar olarak hesaplamış. Bu, %73 oranında ve bir krizi tetikleyecek boyutlarda bir gerilemedir. Türkiye’nin sermaye girişlerindeki kaybı ise, çok daha ılımlı kalmıştır.

IIF, 2016’da Türkiye’ye giriş yapacak yabancı sermayenin, siyasî belirsizliklerin hafiflemesinin de katkısıyla önceki yıla göre fazla değişmeyeceğini; 40 milyar dolar düzeyinde kalacağını öngörüyor.
Kısacası, 2015 verileri ve 2016 öngörülerine göre, Türkiye ekonomisi bir kriz ortamında değildir. Kronikleşen bir durgunlaşma ise dört yıldan beri yaşanmaktadır.

Dış fon akımları yavaşlamış. Ne gam?
2015’in ilk 11 ayında Türkiye’nin cari işlem açığı 27,8 milyar dolardır. Yabancı sermaye girişleri ise (azalmış olmasına rağmen) 35,2 milyardır. 2016 öngörülerine de bakalım. IMF’ye göre bu yılın cari işlem açığı 34,1 milyar dolar olacakmış. IIF de (yukarıda değindiğim gibi) 2016’da Türkiye’ye 40 milyarlık yabancı sermaye girişi öngörüyor.

Her iki yılda da yabancı sermaye, ekonominin dış açığını fazlasıyla karşılamaktadır. Bu durumda soranlar olabilir: Dış kaynak akımlarının yavaşlamasından niçin endişe ediliyor? Finans kapitalin at koşturduğu dünyada bir ekonominin dış kaynak gereksinimleri, cari işlem açıklarını karşılamaktan ibaret olmadığı için…

İlave dış finansman gereksinimlerinin başında Türkiye’nin dış borç stoku var. Bu borcun faizleri bir yana, vadesi gelen anapara bedellerinin de ödenmesi gerekir.
İki soru gündeme geliyor: (1) 2016’da dış borçlar, Türkiye için ek bir dış finansman (yabancı sermaye girişi) gereksinimi yaratmakta mıdır? (2) Dış kaynak girişleri dışında bu gereksinimi karşılayacak kaynaklar (rezervler) yeterli midir?

Aşağıdaki tablo bu sorulara ışık tutuyor. Uluslararası kriz öncesi (2007) ile sonraki dört yıl veriliyor.

İki gözlemi vurgulayarak başlayalım:
Bir kere, Türkiye’nin dış borçlarının milli gelire oranı kesintisiz ve hızla artmıştır. Yılmaz Akyüz tüm çevre ekonomileri için dış borçların milli gelirlere ortalama oranını 2013’te %24,9 olarak belirliyor. En büyük 16 ülke içinde rekor (Malezya’dan sonra) Türkiye’ye aittir. (Internationalization of Finance and Changing Vulnerabilities in Emerging and Developing Economies, s.24, Tablo 6).
İkincisi, kısa vadeli dış borçların da milli gelir ve (Eylül 2015 hariç) toplam borçlar içindeki payı da kesintisiz ve hızla artmıştır. Türkiye’nin giderek daha fazla “günü gününe yaşama” alışkanlığının bir yansıması olarak yorumlayabiliriz.

Kısa vadelilerin önemi nedir? Bunların her yıl “döndürülmesi” gerekir. (Sadece yenilenen dış borçlar, net sermaye girişi olarak hesaplanmaz.) Bu nedenle dışsal çalkantılar söz konusu olduğunda en hızlı ve yüksek oranlı anapara talebi bu kaleme dönük olacaktır. 2014 sonundaki ve Eylül 2015’teki kısa vadeli toplamlar 133 ve 121 milyar dolardır. 2016’da bu borçların yenilenmeyecek olanları için bir öngörü yapamıyoruz.



Peki, uzun vadeli borçlardan vadesi gelenlerin amortismanı? Tabloda yer almıyor, ama IMF Aralık 2014 tarihli (14/239 sayılı) Türkiye raporunda 2016’da vadesi gelecek olan uzun vadeli dış borçların da 39 milyar dolar olduğunu belirliyor. Bu toplamın yenilenme oranı da uluslararası finansal ortama bağlıdır.

Böylece 2016 için 34 milyar dolar olarak öngörülen cari açığın finansmanına ek olarak 160 milyar dolarlık kısa ve yıl içinde vadesi dolan uzun dönemli dış borcun (şu anda belirsiz olan) yenilenmeyecek öğelerinin (anapara ödemelerinin) de eklenmesi gerekiyor.

Bu kadar mı? Yabancıların elinde sıcak para varlıkları da var. Borsada işlem gören hisse senetleri ile devlet tahvilleri anında satılabilirler. Bu kâğıtlar TL ile ihraç edildiği için kur riski yatırımcı (yabancı spekülatör) üzerindedir; ama, dışarıya “çıkış” döviz piyasalarından, Türkiye ekonomisinin döviz varlığından karşılanacaktır. TCMB’nin uluslararası yatırım pozisyonu verilerine göre, Kasım 2015’te yabancıların para bağladığı TL’li devlet borç senetleri 33 milyar dolar, borsadaki hisse senetleri ise 42 milyar dolar tutarındadır.

Merkez Bankası rezervlerinin güvencesi
Anlattıklarımız moral bozucu gelebilir. Teselli arayalım. Türkiye’nin kısa vadeli alacaklıları açısından Merkez Bankası (TCMB) rezervleri büyük önem taşır. Kâğıtlar dolarlı veya TL’li olsun, yabancıların alacakları son tahlilde dövizle ödenecektir. Bu yükümlülüğün güvencesi bu rezervlerde aranır. Rezervlerin de kısa vadeli borç stokunu aşması umulur.

En son (15 Ocak 2016’ya ait) verilere göre, TCMB’nin brüt rezervleri 93,6 milyar dolardır. Ne yazık ki kısa vadeli borçlar bu toplamın yaklaşık 30 milyar üstünde seyretmektedir.

Tablonun son satırına bakınız. Kısa vadeli borçlarla rezervler arasındaki oran her aşamada yükselmiş; Eylül 2015’te TCMB rezervlerini yüzde 21,3 oranında aşmıştır.

İki kötü haber daha var. Tabloda TCMB’nin brüt rezervleri kullanılıyor. Bu rezervlerin (kabaca) üçte ikisi Merkez Bankası’na ait değildir; borçlanılmıştır; emaneten tutulmaktadır.

İkinci kötü haber, Kasım seçimleri ise 15 Ocak 2016 arasında brüt rezervlerin 7,5 milyar dolar erimiş olduğunu gösteriyor. TCMB dolar fiyatının tırmanmasını frenlemeye mi çalışıyor? Dolar bu iki ayda (%5,6’lık bir artışla) 2,87’den 3,03’e çıkmıştır. Rezervler harcanmasaydı nereye tırmanacaktı? Ne kadar sürdürülebilir?
•••

Anlatılanları toparlayalım.
Yabancı sermaye girişlerindeki yavaşlama 2015’te ve IIF öngörülerine göre 2016’da bir finansal şok yaratacak boyutta değildir.

Ne var ki, son krizden bu yana Türkiye’nin sıcak paraya, toplam ve kısa vadeli dış borçlara bağımlılığı belirgin oranlarda artmıştır. Rezervlerin yetersizliği ortadadır ve yetersizlik zaman içinde artmıştır. Türkiye “kırılganlar” listesinde bu nedenlerle de kalmaktadır.

2016’da vadesi gelen dış borçların ve TL’ye bağlanmış yabancı sıcak paranın toplamı 235 milyar dolara ulaşmaktadır. Dünya ekonomisi bir finansal çalkantı içine sürüklenirse, bu toplamın öngörülemeyen bir bölümü Türkiye’den çıkacaktır. “Net yabancı sermaye çıkışı”, bir finansal krizin tetikleyicisi ve başlangıcı anlamındadır.
AKP iktidarı Suriye savaşındaki Katar-Suudi ortaklarına ve 2015’in ilk 11 ayında ekonomiye giren 12 milyarlık kayıtdışı paranın hızlanmasına mı sığınacaktır? Yetecek mi?
Başka göstergelere de bakmamız, tartışmayı sürdürmemiz gerekiyor.

Kaynak: Birgun.net