KANSU YILDIRIM
@KansuYildirim

Ensar Vakfı’nı koruyanlar klonlanmış misali aynı cümlelerle konuşuyor. Başbakan’dan Bakanlara, AKP’li vekillerden Altan Tan’a, Ahmet Hakan’dan Deniz Zeyrek’e geniş bir cephe Ensar Vakfı’nı müdafaa etmeye çalışıyor. Dış görünüş itibariyle beşi beş benzemezi andıran figürlerin “kuruma mal edilemez”, “suçun şahsiliği”, “bir olay oldu diye…” şeklinde dizilime sahip her cümlesi çocukların maruz kaldığı cinsel şiddete yol açan ilişkiler ağını görünmezleştiriyor. Ne var ki, toplumsal öfkenin Vakfı sahiplenenleri de vurması üzerine yeni bir savunma yoluna başvurulmaktadır. “Daha fazla haber yapılmasın çocuklarımız ve aileleri inciniyor” türünden samimiyetsiz bir “mağdurluk” söylemi tercih edilerek toplumsal sessizliğin yaratılması, olayların kendiliğinden durulması ve failinin unutulması amaçlanmaktadır.

Ensar Vakfı üzerinden başlayan “inanç özgürlüğü” ve “hukuk” demagojisi siyasal yaşamın turnusol kâğıdı haline gelmiştir. Azılı “demokrat” görünümlü olanlarla dincilerin yan yana düştüğü siyasal yelpaze iki türlü bir etkileşimin sonucudur. Birinci etkileşimde, anlam dünyalarında hiyerarşi kuran Ensar Vakfı savunucuları açısından çocuk tecavüzleri tolerans gösterilebilecek bir “vaka-i adiye”dir. Vakfın, siyasal İslam projesine sağladığı ideolojik ve finansal desteğini sürdürülebilmesi için her tür anormallik normalleştirilmeye çalışılmaktadır. TV kanallarında veya gazetelerde sabah akşam toplumsal ve ahlaki dejenerasyondan bahsedenler, Ensar Vakfı karşısında sonsuz sükûnetlerini korumaktadır.

İkinci etkileşim, Ensar’ı sahiplenme konusunda çeperde duran, “vicdan” gibi irrasyonel ve yapışkan bir odaktan bakanlardan gelmektedir. Bu kesimler çocukların maruz kaldığı cinsel şiddetin “siyaset-üstü” / “siyasetin konusu yapılamayacağı” konusunda ısrarcıdırlar. Suçun öznelerinden olan Ensar Vakfı’nı denklem dışında tutan vicdan paradigmacıları, anlam dünyalarında neden-sonuç ilişkisini dışlamasından ötürü, sonuca yani cinsel şiddet edimine odaklanır. Ne var ki, bu etkileşim ilk etkileşimde olduğu gibi suçun failini görünmezleştirdiğinden, “neden”/“nasıl”/“nerede”/“kim” gibi kritik soruları yanıtsız bırakır.

Liberal yöntemle yaklaşanlar siyasi korelasyonları oluşturamadığı için Vakfın anatomisini bildiği halde siyasal İslam projesi açısından önemini fark eden ve sessiz kalanlarla aynı kümede yer alır. Bu kesimleri sınıfsal işlevleri kesiştirmektedir.

Ensar Vakfı’nı sahiplenenler ile Vakfa karşı nötr olanlar sınıfsal ve siyasal çıkarları itibariyle aynı havuzdan beslenir. Kimisi siyasal varlık nedenlerinin kolonu niteliğindeki bir kurumun yaşatılmasına çabalarken, kimisi bu tarz kurumların meşrulaştırılmasını sağlayan ideolojik koşulların seslenme kipiyle hareket eder. Ekseriyeti, hâkim ideolojiyi yeniden üreten yahut kapitalist demokrasinin seslendirilmesinde görev alan figürlerdir. Hugues Portelli’nin tabiriyle “üstyapı memurları”dır: “Temsil ettikleri ve kendisiyle çok sıkı toplumsal ve ekonomik ilişki içinde bulundukları sınıf hesabına” çalışan, tarihsel blokun oluşumunda ve düşünsel egemenliğinin pekiştirilmesinde görev alan “üstyapı memurlarıdır”. Liberallerin kurduğu cümlelerinin klişe kokusu veya şablon görünümü, temsil ettikleri sınıf ilişkilerinin dışavurumundan kaynaklanır.

Ensar Vakfı ve benzeri dinci kurumlar “iktidar blokunun” bir parçasıdır ve ideolojik (siyasal-İslam) yeniden üretim sürecindeki kritik parçalardandır. Esasen Ensar Vakfı gibi kurumlar ve fonksiyonları AKP’nin “keşfi” ile sınırlandırılmaz. Nicos Poulantzas 1978 yılında neoliberal devlet biçiminin anahatlarını ortaya koyarken bu tip kurumları “şebeke” olarak tarif etmiştir. “Devletin biçimsel örgütlenmesini boydan boya kesen paralel iktidar şebekeleri”, egemen kitle partisi (AKP) ile kritik pozisyonlarda bulunan kamu görevlileri (bürokratlar) arasındaki maddi ve ideolojik çıkar ortaklıklarını teşvik eder; aynı zamanda “burjuva hegemonyasına yönelik tehditleri” sindirmeye yarayan baskı aygıtı işlevi de görür.

AKP iktidarı döneminde bu tarz kurumlarının sayıca artış göstermesi bir liberale göre “teşebbüs özgürlüğü”, bir vicdan fetişistine göre “inanç özgürlüğü” bağlamında değerlendirilirken, devlet iktidarını zırhlandırmaya ve kalıcılaştırmaya yönelik hamlelerdir. Söz konusu şebekelerde “rehberlik eden” ve “öznelerin eylem alanlarını şekillendiren” iktidar tipi belirir. Gündelik yaşamın kontrolünü de amaçlayan dinci eğitim kurumları, dinsel Weltanschauung eşliğinde “yönetim teknolojilerine” başvurur. Söylemler hiyerarşisi kadar sınıfsal hiyerarşiye referansla bir dünya görüşü çizilir. Bu nedenle suçun işlenmesinde kurumun mesuliyeti silikleştirilmeye başladığı andan itibaren çocuk ve kadın istismarının tekrar etme ihtimali de artmaktadır. Çünkü bu tarz kurumları legalleştirerek meşrulaştıran, işleyişlerindeki suç öğelerine göz yuman bir iktidar ilişkisi mevcuttur.

Sonuç olarak, dinci eğitim kurumlarını aklayan, methiyeler düzen, tüzel-gerçek kişi ayrımıyla kurumu paklayan, dinci kurumları siyasal alanın dışına çıkaran her tür görüş, Ensar Vakfı’ndaki tecavüzleri görünmezleştirdiği kadar, iktidar bloğunun dayandığı sınıfsal duvarı sağlamlaştırma sürecinde koyulan birer tuğladır.

Bu duvarı yıkacak olan umudu çocuklar taşıdığı için en çok çocuklardan korkmaktadırlar. Tıpkı Nazım’ın “Çocuklarımıza Nasihat”inde dediği gibi:

Ve din dersleri hocasının resmini yapan

kurşunkaleminle yık

Mızraklı İlmihalin

yeşil sarıklı iskeletini...

Sen kendi cennetini

kara toprağın üstünde kur.

Kaynak: Birgun.net