İngilizce’de ‘ayakla oy vermek’ diye bir deyim var. Bulundukları yerden memnun olmayanların başka yere göç etmesini kasteder. Bu memnuniyetsizlik çok çeşitli nedenlere dayanabilir. Siyasi, kültürel, ekonomik aklınıza ne gelirse. Darbeler, siyasi gerilimler, çatışmalar ve savaşlar da insanlarda derin bir güvensizlik duygusu oluşturduğu için bu gibi durumlarda kitelesel nüfus hareketlerine şahit oluruz.

Suriye’den son 5 yıldır yaşanan sığınmacı akınları veya Irak’tan 25 yıldır devam eden göçler buna örnektir. Ancak bu kaç göç durumu sadece sığınmacılarla sınırlı değildir. Sığınmacı konumuna girmeyen pek çok kişi de aynı ya da benzer rahatsızlıklardan dolayı göç eder. Sadece istatistiklerde farklı yerde rapor edilirler.
Türkiye’den sanayileşmiş ülkelere yönelen nüfus hareketlerinde de pek çok örnek vardır. Aynı biçimde, Türkiye’den Almanya’ya giden misafir işçiler arasında da pek çok siyasi mutsuz vardı. Bunu en somut olarak sanayileşmiş ülkelere sığınma başvurunda bulunmuş Türk vatandaşı sayılarında görebiliriz.

Neli Esipova ile bir kaç yıl önceki bir çalışmada özetlediğimiz gibi 1980 darbesi sonrası 30 yıllık dönemde toplam 1 milyon 33 bin sığınma başvurusu Türk vatandaşlarınca yapılmış.1 Bunun 503 bini 1980’lerde yapılmış ve bunun 196 bin kadarı darbeden sonraki 3-4 yılda gelmiş. Siyasi sığınma başvurularının 12 Eylül askeri darbesi ile doğrudan ilişkili olduğunu ve ekseriyetle darbenin hedef aldığı sol kesimlerden geldiğini varsaymak çok yanlış olmaz.

1991 yılında Almanya’yı ilk kez ziyaret ettiğimde Köln kentinde 12 Eylül’ün yıl dönümünde onbinlerce insanın katıldığı protesto gösterilerini hatırlayınca 196 binin çok daha üzerinde insanın darbeden ve baskıcı siyasetten kaçtığını söyleyebilirim.

Zurnanın zırt dediği yer de burası. Türkiye’deki Suriyelilerin durumundan da bilebileceğiniz üzere, sığınmacı statüsü riskli ve göç eden kişiyi belirsizlik içinde bırakan bir statü. O yüzden insanlar, eğer imkanları varsa, darbeden kaçarken dahi öncelikle diğer kanalları tercih ediyorlar. İşçi olarak, öğrenci olarak veya girişimci olarak göç etmek gibi. Hatta ‘kaçak’ statüsü dahi bazen daha elverişli olabiliyor. Özellikle pasaport almanın, vize almanın zorlaştığı ya da imkansız olduğu durumlarda.

Bu sadece Türkiye için değil dünyanın her yerinde benzer işleyen bir süreç. Örneğin Türkiye gibi darbeleriyle ünlenmiş ‘dost ve kardeş ülke’ Pakistan’dan dönem dönem artan sığınma başvuruları görüyoruz. Çok sık darbe görülen bazı Afrika ülkelerinden neredeyse düzenli sığınma başvuruları görüyoruz. Ancak darbelerin yaşandığı ya da baskıcı hükümetlerin olduğu ülkelerde her daim yüksek göç etme eğilimi olduğunu biliyoruz. Buna göçün 3D modelinde ‘demokratik açık’ adını veriyorum. Yani sistemde temsil edil(e)meyenler ülkeyi terketme eğilimi gösterebiliyor. Bunun sadece bir yolu sığınma başvurusu yapmak.

Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde Türkiye’den olası bir sığınmacı akını tartışılmaya başlandı bile.

Mesele burada bitmiyor. Son üç yılda Türkiye’de görülen baskıcı siyasete istinaden zaten görmeye başladığımız ‘beyin göçü’ de bu resmin bir parçası. Bunu, Avrupa ve Amerika’daki akademisyen arkadaşlardan da duyuyorum, birinci elden de şahid oluyorum. Yüzlerce Türkiyeli akademisyen yurt dışında çıkmak için yol bulmaya çalışıyor.

Son yıllarda Türkiye’ye çok sayıda akademisyen dönüş yaptı, doktorasını yurtdışında tamamlamış Türkler geri döndü, Türkiye çalışan araştırmacılar Türk üniversitelerinde çalışmaya gitti. Bu süreç darbe sonrası baskıcı ortamda tamamen duracaktır ve uzun süre de geri dönmesi zor.

Bu eğilim malum bildiriyi imzalayan akademisyenlere yönelik baskılarla zaten güçlenmiş idi. 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrası başlayan operasyonlarla doruk noktasına ulaştı. Gülen’in üniversitelerinde çalışanlar özellikle mağdur oluyorlar. Bunların topyekün darbeci muamelesi görüp mağdur edilmesi kabul edilemez. Aralarında ne darbe ne de Gülen ile alakası olmayan bilim insanlarının durumunu ‘kurunun yanında yaş da yanar’ diyerek geçiştiremeyiz.

Bu bir nevi akademik soykırım sadece Gülen okulları ile de sınırlı değil. Kamu üniversitelerinde de ‘ayıklama’ operasyonu aynı sonuca varıyor. Daha da önemlisi bu ayıklamaların ve hükümet lehine tavır alma baskılarının yaygınlığı, bilim insanları için genel bir akademik güvensizlik ortamı yaratıyor ve bu pek çok genç akademisyenin kariyerini yok ederken Türkiye’ye de uzun yıllar tedavi edemeyeceği yaralar verecek.

Son yıllarda Türkiye’ye çok sayıda akademisyen dönüş yaptı, doktorasını yurtdışında tamamlamış Türkler geri döndü, Türkiye çalışan araştırmacılar Türk üniversitelerinde çalışmaya gitti. Bu süreç darbe sonrası baskıcı ortamda tamamen duracaktır ve uzun süre de geri dönmesi zor. İnsanların Antalya veya Bodrum’daki tatillerini iptal ettiği bir ortamda başka bir sonuç beklemek de saflık olur.
İyi haftalar ve bol şanslar.

http://www.tplondon.com/journal/index.php/bc/article/view/89

Kaynak: Birgun.net