BATUHAN AYDAGÜL
Eğitim Reformu Girişimi/Eğitim Uzmanı

15 Temmuz 2016’da demokrasimize ve milletimize yönelik gerçekleştirilen başarısız darbe girişiminin arkasında eğitime dair konuşulacak çok şey var. Darbe girişiminin planlayıcısı ve uygulayıcısı olduğu öne sürülen Fethullah Gülen Cemaati’nin 40 yılı aşkın bir süre boyunca eğitimi çok stratejik ve önemli bir araç olarak kullandığı anlaşılıyor. Var olan bilgiler cemaatin özellikle Anadolu’nun yoksul ve başarılı çocuklarına iyi eğitim, barınma, korunma ve daha ileri yaşlarda kamu ve özel sektörde kariyer fırsatları sunarak bir nevi paralel sosyal devlet mekanizması işlettiğine dair kuvvetli deliller sunuyor. Bu mekanizma, hakkında geçmişte defalarca uyarı yapılan ve ancak 2014’ten itibaren resmi olarak tanımlanan Paralel Devlet Yapılanması'nın da iskeletini oluşturmuş.

Gülen’in özellikle sosyal devletin 1970’lerin başıyla 1990’ların sonu arasında iyi eğitimi yaygın olarak sunamamasından ve sosyal korumaya ihtiyaç duyan çocuklara yeteri kadar ulaşamamasından doğan boşluğu bu şekilde bir fırsat olarak keşfettiği görülüyor. Cemaat, bu fırsatı kuvvetli bir inanç endoktrinasyonu ve sağlanan hizmetlerden dolayı minnet duygusu yoluyla kendisine sadık bireyler yetiştirmek için etkili olarak kullanmış. Bu şekilde büyüyen, kamu ve özel sektöre yayılan Cemaat'in Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de yasadışı yollardan ve çoğunlukla yine eğitim yoluyla sızdığı ve son raddede Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimini darbe yoluyla ele geçirmeye çalıştığı malum.

Oysa anayasaya göre sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin çocukları koruması (madde 41 ve 61) ve çocukların Atatürk İlkeleri ve İnkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılacak bir eğitim almasını sağlaması (madde 42) gerekirdi. Bu süreçte, devlet, kamu ya da özel tüm okullar, eğitim kurumları ve öğrenci yurtlarını gözetlemeli ve denetlemeli, yukarıdaki esaslara aykırı eğitim ve öğretim yapılmasını engellemeliydi (madde 42). Özetle, eğer devlet anayasalarda eğitim ve korumayla ilgili görevlerini etkili olarak yerine getirseydi yoksul çocukların yoksunluğunun istismarını da en azından zorlaştırabilirdi. Ama son elli yıla baktığımızda Türkiye 1960’lardan itibaren artan nüfus artışı, hızlı kentleşme ve siyasi partilerin eğitime duyarsızlığı sonucunda eğitim dahil sosyal politikalarda çok geride kaldı ve bu süreçte özellikle 1990’lara kadar çocuklarını çok ihmal etti. O çocukların bazıları bugün karşımıza darbe girişiminden sanık yetişkinler olarak çıkıyor.

Çocukları niye okula gönderiyoruz?

Yaşadığımız korkunç olaydan sonra toplum olarak tartışmamız gereken çok şey var. Darbe girişimine tepki olarak en son 7 Ağustos 2016 Demokrasi ve Şehitler Mitingi'nde yaşadığımız birlik ve beraberlik duygusu bize ortak aklı kullanabileceğimiz bir zemin oluşturabilir. Daha derinde var olan ve çözmediğimiz zaman sürekli karşımıza farklı şekillerde çıkacak meselelerle yüzleşme cesaretini göstermeliyiz. Bunlardan biri de Türkiye’de eğitimin ‘nasıl yurttaşların’ gelişimine katkı yapmasını istediğimiz.

Eğitimin gerek anayasada gerekse kanunlarda yazan ‘resmi’ amaçları demokratik ve katılımcı bir tartışmanın sonucu oluşmadı. Zaten mevcut eğitim uygulaması içerik ve etki açısından bu amaçlara ulaşmaktan çok uzakta kalıyor. Eğitim mevzuatı oldukça iddialıyken gerçekler oldukça karamsar bir tablo çiziyor: Uluslararası sınavlar eğitimimizin çocuklara temel okuma-yazma, matematik ve fen yetkinliklerini ve problem çözme becerilerini kazandıramadığını gösteriyor. Okulda tartışma ve farklı düşüncelerle beraber yaşama kültürünü besleyecek bir eleştirel ortam sağlayamıyoruz ve otorite-bilgi ilişkisini yeterli kadar sorgulamıyoruz; bunun sonucunda ülkenin önemli sorunlarına dair tartışmalar çoğunlukla şiddet dili içeriyor. Sosyal sermaye birikimine dair araştırmalar yurttaşların tanımadıklarına karşı olumsuz ve endişe dolu tutumlarını ve kendileri gibi olmayanlara yönelik ön yargılarını ortaya koyuyor. Günlük hayattan manzaralar, örneğin mevzuatın yetiştirmek istediği “ideal insanın” trafikteki ruh hali ve tutumu ya da çocuğunun sınıfında engelli öğrenci olmaması için elinden geleni ardına koymayan veli profili, bize medeniyetin ‘muhasır’ düzeyinden çok uzakta yaşadığımızı hatırlatıyor.

Eğitimin amaçları ve içeriği özellikle 2011 Genel Seçimlerinden bu yana değişime uğruyor ancak bu katılımcı ve uzlaşmacı bir süreçte gerçekleşmiyor. Özellikle eğitimin amaçlarına dair mevzuat değişikliği yok denecek kadar sınırlı. Değişimi daha çok yapılanlardan ve eğitime dair söylemden okumak mümkün. Son yıllarda eğitim içindeki askerlikle ilişkilendirilen içerik ve uygulamalar (Andımız, Milli Güvenlik Dersi, vb.) kaldırılırken dine dair içerik ve uygulamalar (seçmeli din eğitimi dersleri, din eğitimi temelli ders dışı etkinlikler, vb.) yaygınlaşıyor. Her iki gelişmenin de toplumda taraftarları ve muhalifleri var ama güce sahip taraf çoğunlukçu kararları alıyor ve uyguluyor. ‘Değerler eğitimi’ çalışmalarına baktığımızda inanç temelli kuruluşların orantısız bir ağırlığı var; bu konuya dair tartışmalar da katılımcılık ve uzlaşı arayışından çok uzak. Öte yandan, artık Kürtçe ve ülkemizde konuşulan diğer ana dillerden bazıları için seçmeli dersler var ama gerek eğitim ve dil politikaları gerekse eğitim programları toplumun çoğulcu yapısını ve azınlıkları görmezden geliyor.

Geleceğe bakıldığında, sayın Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği bir müfredata yoğunlaşma döneminin başlayacağını biliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıklamalarından içeriğin ayrıştırıcı, ötekileştirici ve toplumlar arası sınıf oluşturucu ifadelerden ayıklanacağını ve kültürel, tarihsel birlikteliği sağlayan yeni içeriklerin dahil edilmesinin söz konusu olacağını öğrendik. Bu bilgiler derin bir değerlendirme yapmak için çok yetersiz ve kamuoyunda zihin okuma yoluyla yapılan spekülatif tartışmaların önüne geçmiyor. Tam da bu yüzden toplumun tüm kesimlerinin eğitimin amacına ve içeriğine dair yapılacak tartışmalara katılımı ve sürecin şeffaf bir şekilde ilerleyerek herkesin kolaylıkla bilgilenebilmesi önemli çünkü eğitim herkesi ilgilendiren ortak bir payda ve güven ortamına ihtiyaç var.

Laik ve özgür bir eğitim hayal edelim

Cumhuriyet’in 100. yılına doğru yaklaşırken çocuklarımızı niye okula gönderdiğimizi açık, cesur ve yapıcı bir şekilde tartışalım. Şu olmasın, bu da olmasın diye değil de ne olmasını önerdiğimizi yazalım. Önerim, Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitimin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinde beraber yaşayacak aktif yurttaşların gelişimini hedeflemesi. Eğitim, çocukların insan hakları ve demokrasi bağlamında, karşılıklı saygı ve barış diliyle toplumsal hayata katılabilmesi için kuvvetli bir temel oluşturmayı amaçlamalı. Bu temel, 21. yüzyılda aktif yurttaşların kendilerini farklı alanlarda gerçekleştirmek için ihtiyaç duyacakları bilgi ve becerileri mutlaka içermeli.

Bununla beraber, eğitim özgür olmalı ve özgürlükleri desteklemeli. Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ve Avrupa Konseyi önerileri doğrultusunda hem çocuklar kendi katılımları ve ailelerin isteği üzerine din eğitimi alabilmeli hem de tek bir çocuğun bile ailesinin ve kendisi rızası olmadan zorla ya dolaylı olarak din eğitimi almaması ya da din eğitimi içeren etkinlik ve söyleme maruz kalmaması sağlanmalı. Eğitim sistemi, ülkemizde konuşulan farklı ana dilleri de içerebilecek şekilde çok dilli eğitimi içermeli. Eğitim, tüm farklılıklarıyla çocuklarımızı kapsamalı ve kültürel çoğulculuğu ve zenginliği içerik ve uygulamalarda yansıtmalı.

Yaşadığımız onca badire sonrasında, eğitimi ideolojik bir araç olarak çok dikkatli kullanmak gerektiğini özellikle üst düzey siyasetçilerin fark ettiğini umuyorum. Eğitim ideolojik olmasın yaklaşımı gerçekçi değil, özellikle ulus-devletlerin kurulması sürecinde eğitime yüklenen endoktrinasyon rolü hala geçerli. Ancak, özgürlükleri ve farklılıkları kısıtlayan ve çıpasını bilime atmayan eğitim ideolojilerinin olumsuz sonuçları ortada. Çözüm laik ve özgür bir eğitim olmalı.

Bir yurttaş olarak bir daha ülkemizde yoksunluğu istismar edilmiş çocukların sonu acıyla biten hikayeleriyle karşılaşmamayı diliyorum. Bir eğitim politikası uzmanı olarak eğitimin amaçları ve içeriğine dair yapmamız gereken tartışmayı daha fazla ötelemenin eğitimin niteliğine yönelik yapılacak çalışmaları da baltaladığını görüyorum. Bir an önce uzlaşı sağlayalım. Darbe girişimine en görkemli cevabı laik ve özgür eğitimi tüm çocuklarımıza kaliteli olarak sağlayarak verebiliriz. Bu ülkenin çocukları bunu hak ediyor, devleti de bunu sağlayabilecek kadar güçlü. O zaman, tartışmaya hemen başlayalım.

Kaynak: Birgun.net