ZEYNEP YÜNCÜLER [email protected]

Aralarında özel timlerin de bulunduğu polislerin, araç arama ve kimlik kontrolünün ardından, nihayet sokağa çıkma yasağının 2 Mart günü ‘kısmen’ kaldırıldığı, ancak ablukanın devam ettiği Cizre’ye varabildim. Benim gibi, Mardin’den Cizre’ye otobüs bulamayan kişiler ile bindiğim aracın son durağı Cizre otogardı. Araçtan iner inmez, karşımdaki ilk görüntü, kül olmuş iki otobüs oldu. Bu iki otobüsle Cizre’ye gelen insanların kim olduğunu ve nasıl katledildiklerini ertesi gün Cudi Mahallesi’ne gittiğimde öğreneceğim…

FOTOĞRAFLAR CANLANIYOR
Mardin’den aynı araçla geldiğimiz yaşlı bir kadın çantalarıyla belli ki birini bekliyor ve ben de belediyeye nasıl gidebileceğimi düşünürken kadın bana sesleniyor, ‘nereye gideceksin?’ diye, ‘belediyeye’ diyorum ve tanışıyoruz, o da ‘Bekle benle, oğlum gelecek alacak beni, seni bırakırız’diyor. Bekleme esnasında en fazla 2 dakika konuşabiliyoruz. Yaşlı kadının sokağa çıkma yasağında evinde 15 gün durabildiğini ve sağlık sorunları nedeniyle İstanbul’da bir tanıdıkların yanına gittiğini öğreniyorum. Etrafa bakıp arada feryat ediyor, ‘Ah Cizirem…’diye… Ve ailesi geliyor, arabadan çocuklar fırlıyor ilk önce, babaannelerinin kucağına, oğul ve gelin de arkada sabırsızca kucaklaşmak için bekliyor. Araca biniyoruz, ben biraz doğal olarak sessiz kalıyorum, kentleri yıkılsa da insanları öldürülse de birkaç dakika, bu ailenin birbirlerine sağ kavuşabilme mutluluğunu izliyorum. Bu tablonun içinden ise, yolda ilerledikçe medyaya yansıyan fotoğraflar canlanmaya başlıyor; diğer bir yandan yanık kokusu, tozlu bir hava ve yasak ‘kısmen’ kalksa da her bir caddeden çıkan zırhlı araçlar.

Saat 19.30’a, yani sokağa çıkma yasağına yaklaşık 1 buçuk saat kala belediyedeyim. Basın bürosuna girip, meslektaşlarımla tanışıyorum, gün içinde kim, hangi haberi yaptı, konuşuluyor. Bir an önce sabah olmasını ve ben de büyük yıkımların yaşandığı Cudi, Nur, Sur ve Yafes mahallerini görmek istiyorum. Anladığım kadarıyla, her akşam kim nerede kalacak planları yapılıyor ve o gün ben de dahil oluyorum o plana. En çok sağlam binaların kaldığı Dicle Mahallesi’nde bir evde birkaç arkadaş kalıyoruz. Gündemimiz tabii ki Cizre oluyor bir yandan da tanışıyoruz. Bir gazeteci arkadaşın yasak boyunca bir Cizre’de olduğunu, onlarca yakınını gözü önünde kaybettiğini ve ‘kısmen’ yasağın kalkmasının ardından kendisine sadece 3 gün bir yere kapayıp, ağladığını ve ardından yine işine devam ettiğini öğreniyorum. ‘Şimdi ne olacak Cizre’ye, nasıl devam edecek?’ diyorum. ‘Devam edecek, başka yol yok, ancak halk şu an büyük bir travma içinde. Yıkılan binalar çokta umurlarında değil, elbette acı ama canlar gitmiş, hem de öyle bir savaş ortamında yaşanan ölümler yaşanmadı burada, her türlü canilik yapıldı, aklına gelirse, kadınına, yaşlısına, çocuğuna… Sanki bir IŞİD ordusu yok etti, burayı. Devlet burada tam anlamıyla kendini teşhir etti’ diyorlar.

PRENSES YAKALAMIŞLAR!
Ertesi güne, bir gazeteci arkadaşımın peşine takılıyorum, ‘Gel sana vahşet bodrumlarını gösteriyorum’ diyor. Cudi Mahallesi’ne doğru gidiyoruz, medyada geçen ve benim de her gün İstanbul’da haber ajansalarından takip edebildiğim, 1. bodrum katını görüyorum, bir yandan da etraftan görüntü alıyorum ki, iki zırhlı araç bizim bulunduğumuz sokakta beliriyor. Bir özel harekatçı sesleniyor, ‘gelin buraya’ diye. Bir anda sokağın girişi çıkışı diğer özel harekatçılar tarafından kapanıyor, silahların namluları yukarı doğru kalkıyor. Tabii ki korkuyorum ve içimden ne olabilir ki diye düşünüyorum, ve aklıma Bölge’deki gazetecilerin yaşadıkları zorluklar aklıma bir bir gelmeye başlıyor. Bizi çağıran özel harekatçı suratındaki ‘sizi şimdi burada gebertebilirim’ ifadesiyle, kimliklerimizi alıyor. Gazeteci olduğumuzu sadece görüntü aldığımızı ve işimizi yaptığımızı söylüyoruz. Bu açıklama biliyoruz ki onlar için önemsiz… Yaklaşık bir buçuk saatlik her türlü baskıya, korkuya, maruz kalıyoruz. Özel harekatçı bağırıyor: ‘Utanmıyor musunuz, insanların evlerinin, özel eşyalarının fotoğraflarını çekmeye, ne hakkınız var’ diye üzerimize yürüyerek… Nasıl yani? diyorum içimden, utanan biz mi olacaz şimdi? Bağırmaya devam ediyor: ‘Peki sevdiniz mi bu tabloyu, hevallerinizin eserini’



Tamam diyorum, kesin bunlar bizi bırakmayacak rahat. Bizi çıldırtmak için başarılı bir taktik uygulamaya devam ediyorlar; her saniye soru, bağırma çağırma… Üstelik o saçma sorulara, suçlamalara yanıt bekliyorlar ve açıkçası korkudan tam da onların istediği gibi yarım ağız, kısık sesle yanıt verebiliyoruz. Herhalde diyorum, birazdan GBT sonucu gelecek ve bizi bırakacaklar. Yok psikolojik baskı devam ediyor… Yanımdaki arkadaşa doğru devam ediyor, özel harekatçı: “Senin üzerindekiler ne güzelmiş, pahalı şeyler gibi, ayakkabında iyiymiş, tabii sen vergi vermiyorsun, de mi hı?!” İçimden diyorum ki, artık gözaltına alsalar da hemen, şu an ne olacak belirsizliği bitse. Bitmiyor, belli ki gözaltı kararı çıkmadı, amaçları bizimle biraz daha uğraşmak… Uğraştıkça mutlu oluyorlar. Ve üçüncü zırhlı araç da yanaşıyor, IŞİD sakallı şefleri iniyor, bana doğru gelerek, “Ooo bir prenses yakalamışız, hemen geldim” diyor! Bu lafın ardından, orada konuşanları sinirden duymaya başlıyorum, kafamda hepsi uğultuya dönüşüyor. Gözaltı kararı çıkmadığını nihayet öğreniyoruz, güzel bir tehdit ve küfür ile alandan uzaklaştırılıyoruz.

Arkadaşımla belediyeye doğru yürüyoruz, o an çok utanç duyuyorum, İstanbul’da gazeteci olmaktan. Çünkü biliyorum, onlar hep bu tehdit ve baskı ortamında işlerini yapmaya çalışıyor, yapıyorlar da…
Belediyeye dönüyoruz, biraz oturduktan sonra bu sefer başka bir arkadaşla yıkıntıların arasına tekrar gidiyorum; 2. bodrum katına yaklaşıyoruz. Mahallede birkaç genç var, içlerinden biri 2. bodrum katından sağ kurtulanlardan. Konuşamıyor, duvarın dibindeki duran muskayı gösteriyor. Öğreniyorum ki, 2. bodrum katından ‘teslim’ olmamak için, silahla intihar eden arkadaşının muskası. Duvarda kan izleri hala duruyor.

KURŞUNA DİZDİLER
Cizre otogarda 2 kül olmuş otobüsün sahiplerini öğreniyorum. Arkadaşım söylüyor, 9 Dem Genç’linin otobüsleri olduklarını. Sonra karşımızdaki duvarı gösteriyor, ‘Bak işte bugün ajansa haber yaptık, o 9 Dem Gençli bu duvarda özel harekatçılar tarafından kurşuna dizildi. Birini sıyırmış, özel harekatçılar gittikten sonra da, sürüklenerek gitmeye çalışırken, kendi kanıyla duvara adını yazmış; Taybet.

BEDEL ÖDESİNLER
Sadece 1 günlük tanık olmaya çalıştığım yıkıntıların arasında dolanırken, konuşabildiğim, dinlediğim insanlar enkaz olmuş evlerinin önünde, “90’larda yaktılar bizi, şimdi de yıktılar, üst üste evlerimizi yakan, yıkan devletten TOKİ istemeyiz, bedel ödesin isteriz, biz evlerimizi yeniden yaparız.”diyor.

Kaynak: Birgun.net