İbrahim Burak Yalçınyiğit

İzmir çıkışlı sanat kolektifi Tiyatroevi’nin son oyunu Çirkin, 15 Kadıköy’de Caddebostan Kültür Merkezi’nde İstanbullular’la buluşacak. İspanyol kökenli Fransız yazar Michel Del Castillo’nun Gitar isimli romanından uyarlanan oyun, 2000 yılında Tiyatroevi’nin kuruluşunda da başı çekmiş iki ismin, Prof. Dr. Semih Çelenk ile Hamit Demir’in marifeti. Çelenk’in kaleme alıp yönettiği oyunda tek başına sahne alan Demir, Birgün’ün konuğu oldu. Bundan tam bir yıl önce Berkin Elvan’ın anıldığı bir videoda göründüğünden beri tv piyasasının kadro dışı bıraktığı Usta oyuncuyla Tiyatroevi’ni, tiyatro sanatına bakışlarını, Çirkin’i ve çirkin olmayı konuşmak için buluştuk. Ne var ki yoldaşı Semih Çelenk’in geçen hafta yaşadığı sağlık sorunuyla yüreği ağzına gelmiş bir Demir bulduk karşımızda.

>>Semih Çelenk’e geçmiş olsun dileklerimizi ileterek başlayalım, Hoca’nın durumu nasıl?
Teşekkür ederim. Semih hoca çok ciddi bir sağlık sorununu, belki de direnişçi ruhu sayesinde mucizevi bir şekilde atlattı. Şimdi her geçen gün daha iyiye gidiyor. Eski performansına ulaşması biraz zaman alacaktır kuşkusuz. Sağlığının iyi olması hepimiz için sevindirici bir gelişme.

>>Semih Hoca’yla işbirliğiniz çok eskiye uzanıyor. Tiyatroevi bu birlikteliğin çok üretken ilerlediği bir “İzmir macerası” olmuş. Nedir bu hikaye kısaca, Tiyatoevi’nin aklı nasıl ve neye çalışır?
Biz hocayla birlikte 1996’da ilk kez “Gölge Tiyatro Dergisi”ni çıkararak başladık işbirliğine ya da bizim tabirimizle yoldaşlığa. O yıldan beridir hiç ayrılmadık. Uzunca bir süre dergi ve kitap yayıncılığı yaptık. Augusto Boal’in “Ezilenlerin Tiyatrosu” adlı kitabını hocanın çevirisiyle ilk biz yayınladık örneğin. Sonrasında tiyatro yapma düşlerimizin bir uzantısı olarak, oyunlar sahnelemeye başladık. O yıllarda ekibimizin adı Gölge Tiyatro idi. Ancak hem yayıncılık alanı hem sahne birbirine karışıyordu. O yüzden 2000 yılında Tiyatroevi adıyla sahne çalışmalarına devam ettik. Biz Tiyatroevi’nde toplumsal tiyatro hayalleri kurduk. Yaşadığı çağla ve toplumla ilişkileri dinamik ve gün yüzü görmemiş metinlerle uğraşarak oyunlar yapmayı hedefledik. Özellikle bireyin toplumsal varoluşta yaşadığı sıkıntılar ve açmazlar ilgi odağımız oldu. Bizim için en büyük sıkıntı gerekçesi ise; var olan kapitalist sermaye düzeni ve emperyalist politikalar oldu. Biz, dünya halklarının bu kıskaçta yaşadığı sorunları dert edindik kendimize. Bütün bu macera oldukça uzun bir süre İzmir’de devam etti. Ancak benim 2011’de İstanbul’a geçmemle birlikte maceramız, İzmir-İstanbul arasında sürüyor artık.

>>Çirkin’e kaynaklık eden romanı oyunlaştırma fikriyle Semih Çelenk’e siz götürmüşsünüz. Ama doksanlarda iki farklı sahnede kendine yer bulan bu oyunun ‘çirkini’ olmak için on sekiz yıl sonra yeniden kolları sıvamışsınız.
Evet Çirkin hikayesi bizim için çok önemli. Sanırım 1996’ydı, Can Aslanöz dostum bana okumam için “Gitar” adlı bir roman verdi. “Sen bundan bir oyun çıkarabilirsin” diye ekledi. Okudum ve tam anlamıyla çarpıldım. Soluğu hemen Semih Hoca’nın yanında aldım. O günlerde bile Semih’e inancım tamdı. Bu işi onunla yapabileceğimizi hissediyordum. Ve romanı hocaya verdim. Okudu ve ardından üç kere revize edilerek ortaya bu günkü “Çirkin” metni çıktı. Bence “Çirkin”, edebiyattan tiyatroya uyarlama metinleri içinde en iyi örneklerden biridir. Ayrıca içerik ve meselesi de edebiyat metinlerinde rastlamadığımız bir bakış açısına sahip. Öncelikle bir yüzleşme ve açık hesaplaşma meselesi var bu metinde. Herkesin kendini günahsız ve en temiz addettiği bu dönemde, kendi günahlarıyla yüzleşmek büyük bir erdemdir. Bu açıdan baktığımızda, “çirkinlik” tartışılması gereken bir hal alıyor. O ya da bu şekilde yalanlarla ve makyajlarla güzelleştiğini sanan günümüz insanının suratına bir tokattır bu metin. Bu oyunu izledikten sonra, hiç kimse kendisini bir melek olarak görmeyecektir artık.


1997’de Ahmet Somers dostumuz oyunu sahnelemek istemişti ve Bursa Devlet Tiyatrosu’nda Semih Hoca’nın rejisiyle Çirkin’i sahneledi. Ardından 1998’de yine Semih Hoca’yla ben sahneledim. Bizim için hayati önem taşıyan bu hikayeyle bağımız onca sene boyunca hiç kopmadı. Çirkin’i yine paylaşmak arzumuz vardı ve tam da bu dönemde, önyargılardan, ötekileştirmelerden, ötekini yok etme arzusundan toplumsal olarak mustaripken yeniden başladık çalışmaya. Aradan geçen yıllar toplumsal koşullar gibi bizi de değiştirmişti. Artık “önceki biz” değildik ve metin de bize eskisi gibi görünmüyordu. Temel izlek değişmemişti ama anlatım dili ve sahne estetiği başkalaşmıştı. Bu noktada Adem ve Şafak Dağlar dostlarımızın kuklaları ve flamenko gitaristi Mert Demir kardeşimizin müziği bu yeni estetiğin temel unsurları oldular. Sağolsunlar, çok güçlü bir hikayeyi çok daha büyük bir anlatım gücüne eriştirdiler. Ve sonuçta başta Hale Üstün, Teoman Kumbaracıbaşı, Halil Ersan olmak üzere, pek çok değerli dostumuzun da katkılarıyla ortaya yeni bir “Çirkin” daha çıktı.

>>Yönetmen Semih Çelenk “Bir yalnızlık senfonisi” alt başlığını kullandığı oyun boyunca, zaman örgüsünü kırmaya çalıştığını söylüyor. Eylemler ve anlatı arasındaki bu zamansal örtüşmezliklere, oyuncu olarak siz ne dersiniz?
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki çok zor bir oyun. Makyajı iki saat süren, kambur, topal, tek gözü olmayan, yüzü yanmış bir karakteri sahnede var edebilmek son derece zor ve bir o kadar da çekici. Anlatıyı hareketli kılmak, tek mekan ve zamanda geçen bir oyun için hiç de basit bir mesele değil kuşkusuz. Provalar boyunca beni en çok zorlayan konulardan biri bu zaman kaydırmaları oldu. Çünkü bütün alışkanlıklarımız “söylediğimizi yapmak” şeklinde kodlanmış zihnimizde. Oysa Semih Hoca bir reji buluşuyla anlatının tekdüzeliğini kırıp, etkiyi ve vurguyu artıracak bir yol önermiş oldu. Bu durum birkaç provadan sonra benim de metnin içinde rahatlamama yol açtı. Seyircinin de algısal bir ferahlama yaşadığını söyleyebilirim. Aynı durum kuklaların kullanılışında da söz konusu. Bu şekilde rahatlayan anlatı, çocukların dahi rahatlıkla izleyebildiği bir “masal gerçek” hal almış oldu.

>>Hikayede 1900’lerde yaşamış Galiçyalı bir ‘öteki’, kalabalığa karışabilmek için son çare olarak sanatı -özelinde gitarı- kullanıyor. Tellerin tınısının tanrısal bir dokunuşa dönüşüp çirkinliğini yok edeceğini mi umuyor?
Bu oyun bilindik ve alışılagelmiş olana ters bir oyun. Hem sahneleme hem de inanç, tabu, gelenek, cinsellik, sevgi ve benzeri pek çok konuda bilindik klişeleri yerle bir eden bir özelliği var. Çirkin kahramanımız, bizim kafamızdaki önyargılarla yüzleşmemizi sağlıyor. Üstelik bunu bir “karşı kahraman” olarak yapıyor. Çirkin fiziksel özelliklerinden ötürü yaşadığı toplumda bir “öteki”. Oysa bugün yalnız fiziksel özelliklerimizle değil, etnik kökenimizden cinsel kimliğimize kadar pek çok konuda ötekileşiyoruz. En acıtıcı olanı, bir önce mağdur olanın bir sonrakine acımasızlığına ve onu yok etme arzusuna sıklıkla tanıklık etmemiz. Öldürmek, şiddet hiç bu dönemki kadar pornografik olmamıştı. Bunca kirlenmişliğin içinde, bizi ne kurtaracak peki? İşte tıpkı bizim gibi, Çirkin de bu meseleyi sanat yoluyla çözebileceğini keşfediyor. Öyle ya, sanat tanrısal bir özellik taşır. Ve büyüleyicidir. Sanat dilinden konuşan insan kötülük düşleyemez. Sanatın bütün işlevi de burada açığa çıkar. O, hayallerimize bir şekil verebilmekten başka nasıl açıklanabilir ki. Elbette Çirkin de en safiyane şekilde bunu umup, buna inanıyor. Bu sayede bizi kendi “çirkinliğimizle” başbaşa bırakıp gidiyor sahneden.

>>Gezi eylemleri sürecinde yaşamını yitiren Berkin Elvan’ın öldürülüşünün birinci yıldönümünde hazırlanan bir videoda yer aldıktan sonra, 13 bölüm oynadığınız TRT dizisi Diriliş-Ertuğrul’dan kovulmuştunuz. Berkin bu ülkedeki bir kesim tarafından kasıtlı bir biçimde ‘çirkinleştirilmiş’ bir genç figür oldu. Berkinler’i anmak isterken işsiz kalmanızda da benzeri bir çirkinleştirme çabası var sanki. Şimdiyse sevgi ararken kalbi çok kırılan, içindeki güzellikleri paylaşmak isterken öfkeyle dolmaktan kaçamayan bir ‘Çirkin’i oynuyorsunuz.

Mevcut faşist iktidar, eğer tv piyasasında çalışmak istiyorsanız, bu ülkede ötekileştirilmiş ve bir anlamda “çirkinleştirilmiş” Berkin Elvan gibi, Ali İsmail gibi, Ethem gibi pek çok gencimizin, tecavüze uğrayan çocuklarımızın, kızlarımızın, cesetleri sürüklenen annelerimizin, kardeşlerimizin acılarını görmezden gelmenizi istiyor. Bunu yapmayınca sizi hemen hain ilan ediyorlar. Evet ben ve benim gibi düşünen arkadaşlarım, onların yaptığı tüm pislikleri, tecavüzleri, katliamları, hırsızlıkları yapmayı reddedeceğiz. Ve bu nedenle hain olmaktan onur duyacağız. Eğer biz Berkinimiz’e, Ali İsmalimiz’e, Cerattepemiz’e, Cumartesi Annelerimiz’e sahip çıkmayacaksak, hiç boşuna ahkam kesmeyelim “sanat yapıyoruz” diye. Gidip çanak yalamak, yalakalık yapmak, hırsızların, tecavüzcülerin, katillerin önlerinde biat etmek, onursuz ama akçeli bir seçenek olarak hep duruyor zaten. Tarih bu tür diktatoryal dönemlerle dolu. Ama her biri örgütlü sınıfsal mücadelelerle son buldu. Sanatçılar da her daim direniş bloklarının en ön saflarındaydı. Bizi çirkinleştirmeye çalışanlara inat, sanatımızın güzelliğiyle bütün bu duvarları ve ön yargıları yıkacağız.

>>Çirkin oyun gün ve saati:

15 nisan Kadıköy Caddebostan Kültür merkezi saat 20:30

Biletler salon gişesinden temin edilebilir.

Rezervasyon için telefon numarası: 0541 629 67 09

Rezervasyon için e-posta adresi: [email protected]

Kaynak: Birgun.net