“Stratejik Derinlik”in mimarı, henüz başbakanlıktan azledilmemişken yaptığı bir konuşmada, övünerek şöyle diyordu: “Eğer bugün rejim ülkenin tüm topraklarını kontrol edemiyorsa, Türkiye’nin ve diğer bazı devletlerin desteği sayesindedir.”

Bu açıklamada egemen bir komşu devletin topraklarının bir bölümüne göz dikmenin itiraf edilmiş olmasının ötesinde, başka bir şey daha vardı. “Rejim”in kontrol edemediği toprakların önemlice bir bölümü PYD’nin elindeydi ve o topraklar üzerinde kurulan kantonlar Türkiye açısından bir ulusal güvenlik sorunu olarak görülüyordu. Yani azledilmiş başbakanın övünç duyduğu şey, Türkiye’nin kendi eliyle sınırın hemen ötesinde yarattığı bir “ulusal güvenlik sorunu”ydu ve bu, izlenen dış politikadaki basiretsizliği olanca çıplaklığıyla ortaya koyuyordu.

Sahiden de bugün ulusal güvenliğe tehdit olarak görülen olguyu, yani Rojava bölgesini, izlenen Suriye siyaseti yarattı. Rejimi devirmek amacıyla sınır cihatçılara açıldı, Türkiye toprakları Suriye’ye yönelik saldırılar için üs haline getirildi, cihatçılara silah, para ve militan sevkiyatı Türkiye toprakları üzerinden yapıldı. Suriye de buna yanıtı sınır boyunca uzanan hattı devletsizleştirerek verdi; ordu ve kamu görevlileri bilinçli bir şekilde başka kentlere çekildi ve böylelikle ortaya de facto bir Kürt yönetiminin çıkması sağlandı. Bu ise Kürt sorunu denklemine yeni ve son derece etkili, son derece belirleyici bir faktörün, Rojava’nın eklenmesi demekti.

Bu yeni faktörün böylesine belirleyici ve etkili olmasının gerisinde Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetim bölgesinden onu ayrıştıran bir niteliğe sahip olması yatıyordu. Rojava’da ortaya çıkan fiili özerk bölge, Öcalan’ın görüşleri doğrultusunda ve PKK’nin Suriye kolu olan PYD tarafından inşa ediliyordu, yani şekillenmekte olan bir “PKK/Öcalan devleti”ydi ve bunun içerideki Kürt sorununa yansıması kaçınılmaz olacaktı. Bu kaçınılmazlığın somutlaştığı ilk örnek 6-7-8 Ekim olayları oldu: IŞİD tarafından kuşatılan Kobane için “Düştü düşecek” denildiği günlerde, “Diyarbakır’la Kobane’nin ne alakası var” sorusu yanıtını buldu ve bölgede üç gün boyunca devlet otoritesini bütünüyle ortadan kaldıran çok büyük çaplı eylemler, gösteriler yapıldı. Suriye bir zamanlar övünülerek söylendiği üzere bütünüyle “iç meselemiz” haline gelmişti yani.

Cerablus Operasyonu’nun tam da bu “iç mesele” nedeniyle yapıldığını hepimiz biliyoruz artık. “IŞİD’le mücadele” Suriye topraklarına girmek için meşruiyet yaratacak bir gerekçe olarak bulundu ve kantonların birleşmesini, yani “Kürt koridoru”nu engelleme hedefinin manivelası olarak kullanıldı. Yaratılan fiili “güvenli bölge” ile “ulusal güvenlik tehdidi” olarak görülen gelişmeler arasında doğrudan bir bağlantı vardı dolayısıyla.

Operasyonun ilk günlerinde Türkiye destekli ÖSO gruplarıyla YPG arasında kimi ufak tefek çatışmalar yaşandı ama çok geçmeden ABD devreye girerek “ortakları” arasında çatışmasızlığı tesis etti, “asıl hedef” olarak IŞİD’i gösterdi ve buraya odaklanılması gerektiğini söyledi. Böylece ortaya bir “denge durumu” çıktı. ABD, sahadaki partnerleri olan Türkiye’ye ve Kürtlere kırmızıçizgilerini göstermiş ve herkesin kendisine çizilen oyun alanı içerisinde oynaması gerektiğini söylemiş oldu böylelikle.

Söyledi ama bu denge durumunun uzun süreli muhafaza edilmesi pek mümkün görünmüyor. İktidar el yükseltmek için El Bab’a kadar ilerlemekten söz ediyor, çünkü burası koridorun birleşeceği esas stratejik nokta olarak biliniyor ve YPG’nin esas hedefi de El Bab. Dolayısıyla iki taraf da ABD’ye “Beni al” mesajı gönderiyor. Aynı şekilde, daha önce ABD ile YPG’nin birlikte operasyon yapması gündemde olan Rakka için de iktidarın ABD’yle pazarlıkları sürüyor.

Sınırın hemen öte yanında bu gelişmeler yaşanırken ilk bakışta Kürt sorununda yeni bir çatışmasızlık evresine girilmesinden söz etmek güç görünüyor. Açığa alınan öğretmenler, işten atılan barış imzacıları, el konulan belediyeler, devam eden askeri operasyonlar ortada. Ancak bir yandan da başka gelişmeler yaşanıyor. Öcalan’a bayramda kardeşiyle görüşme izni verilmesi, Demirtaş’ın Barzani’yle buluşması öncesi yaptığı “FETÖ” açıklamasıyla uzattığı “zeytin dalı”, Barzani’nin yeni süreç için devreye gireceğine ilişkin iddialar, çatışmasızlık imkânına işaret eden gelişmeler olarak okunuyor.

Şu an için esas belirleyici faktörün ise Suriye’de yaşanacak gelişmeler olduğu görülebiliyor. ABD’nin TSK ve YPG ile nasıl bir düzlemde buluşacağı, bu üçgen etrafında yaşanacaklar, El Bab ve dahası Musul operasyonları, içerideki gidişat üzerinde doğrudan etkide bulunacak ve yeni bir evreye girilip girilmeyeceğini çok da uzak olmayan bir gelecekte göreceğiz.

Kaynak: Birgun.net