YAŞAR AYDIN [email protected] @yasaraydinnn

15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimi sonrası Türkiye büyük bir şok yaşadı. Şokun bir nedeni darbe girişiminin yarattığı vahşet ise diğeri de Gülen Cemaati’nin ulaştığı boyutun tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmasıydı. Oysa bilinmeyen neredeyse hiçbir şey yoktu. Yaklaşık 40 yıldır bu ülkenin aydınları, devlet olanakları ile beslenen, büyütülen hatta yerel ve genel iktidara gelen İslamcı akımlara işaret etti. Tüm bu sürece dair bir “hafıza tazeleme, Cemaat’in ulaştığı boyutun arka planı, AKP-Cemaat ilişkisi ve son olarak da ne yapmalı’’yı çok uzun süredir bu konularda yazılar yazan Doç.Dr. Mustafa Şen’le konuştuk.

>> Türkiye 15 Temmuz’da uzun yıllar İslami referanslarla faaliyet yürüten bir cemaat’in darbe girişimine tanıklık etti. Türkiye bu duruma nasıl geldi?
İslamcılık, Osmanlı’nın son dönemini de katarsak modernleşme sürecinin üç temel akımlarından biridir.
Ben İslamcılık diyorum. Çünkü siyasi bir yorumu ve ortaya bir toplum projesi koyuyor. Siyasal akım olarak algılanmalı. Din ile eşitlediğinizde iş karmaşıklaşıyor ve içinden çıkmanız zorlaşıyor. 1980’lere kadar İslam literatürüne baktığınızda dindarları gerçek müslüman olarak görmüyordu. Diyorlar ki ‘bunlar ana-baba dinini takip ediyorlar’. Siyasal davayı gütmeyenler tam olarak Müslüman sayılmıyordu.
Çok partili sistemle birlikte hem cemaatlere hem de İslamcı partilere daha açık bir rejim kuruluyor. Bundan sonrasında da giderek güçlendiklerini görüyoruz.
60’ların ikinci yarısı ve 70’li yıllarda Türk-İslam sentezini tam anlamı ile formüle ediyorlar. 50’lerin sonu itibarıyla tüm sağı birleştiren, sağın uçlarını da yanına toplayan bir şey görüyoruz. Türk-İslam sentezi denince sadece milliyetçileri anlamak anlamsız. Neredeyse sağın tamamını hitap eden bir yaklaşım.

Türk-İslam sentezi devletin gayriresmi ideolojisi
>> Söylediğiniz tarihlerde de aslında toplumda ve siyasette çok büyük bir alan kaplamıyorlar değil mi?
Evet. Burada 12 Eylül Darbesi çok önemli. Darbe ile sol eziliyor, ifade ve örgütlenme özgürlüğü yok ediliyor. Ama başka bir şey daha oluyor. Devletin söylemi ile İslamcılığın söylemi örtüşmeye başlıyor. “Cumhuriyet yukardan bürokratik bir elit tarafından kuruldu, katı laiklik anlayışına sahip” gibi bugüne kadar İslamcılardan duyduğumuz eleştiriler devlet içinde de kuvvet buldu. Liberal ve İslamcı tezin birleşmesi ile Türk-İslam tezi başka bir düzeye ulaşıyor. Darbeden sonra Türk-İslam tezi devletin gayri resmi ideolojisi hâline getiriliyor. Bu ANAP döneminde de devam ediyor. İslamcılık da bu zeminden faydalanıp büyüyor.

AKP ile taçlanıyor
>> Esas güçlenme 90’lı yıllarla başlıyor sanırım.
Doğrudan ve dolaylı yollarla cemaatlerin önünü açılması var. Ardından da bir siyasi akım olarak Milli Görüş ortaya çıkıyor, bu ancak 90’ları buluyor. İslamcı partiler kuruluyor ama başarılı olamıyor. 90’li yıllarda ancak halkın günlük talepleri ile kendi ideolojik argümanlarını birleştirdikleri anda kitleselleşen bir hal kazanıyorlar. ANAP’ın dağılması ve İslamcı kadrolarının geri çekilmesi, alttan büyük bir örgütün gelmesi ile Milli Görüş güçleniyor. Burada saf bir İslamcı düşünce yerine günübirlik işleri çözmeye çalışan, yeni istihdam ve rant alanları yaratan ticaret ile siyasal örgütleri içiçe geçiren yeni bir hareket şekilleniyor. 2000’li yıllarda AKP iktidarı ile taçlanıyor.

Cemaat, resmi devlet ideolojisi ile hemhal
>> Gülen Hareketi ya da Cemaat, bu süreç içerisinde nerede? Nasıl bir yol izledi?
Ben Cemaat diyorum. Sivil toplum örgütlenmesi diyen çok geniş bir çevre vardı. Ülkede ve dünyada yapılan değerlendirmelerin neredeyse yüzde 90’ı STK dedi bunlara. Ben bu fikre hiç katılmadım. Hiyerarşik örgütlenmesi olan dini bir cemaattir.

Türk-İslam örgütlenmesidir. Bunu da gizli saklı yapmadılar. Gülen’in röportajlarını okursanız açık açık söylüyor. En önemli farklılık Türk-İslam sentezine çok büyük vurgu yapmasıdır. Diğer cemaatlere göre dozu çok yüksek. Tüm siyasi iktidarlara ulaşmasını kolaylaştıran bu. ANAP’tan başlayarak, DYP, MHP, DSP ve 2002’den sonra AKP ile. 1980 sonrası gayriresmi devlet ideolojisi olan Türk-İslam sentezi ile hemhal olması bir sürü kapı açıyor.

>> Bu kadar kolay büyümesi ve gelişmesi tuhaf değil mi?
Pürüzsüz bir dönem değil. Gerilimlere, çatışmalara da yol açan bir süreç. Bu çatışmalar ideolojik, fraksiyonel ya da kişisel olabilir. Bugün de yaşadığımız aslında bu.
Burada parantez açıp Devletle ilgili bir şey söylemek isterim. Liberaller devleti toplumun dışında, onu ezen, dışlayan bir şey olarak tanımlamayı çok severler. Toplum devlet karşıtlığı üzerinden tanımlanır. Halbuki devlet de bir toplumsal alandır, orada da farklı gruplar, bunların mücadelesi vardır. Orası da siyasal, toplumsal mücadele alanıdır. Öyle gördüğünüzde buradaki çatışmaları daha rahat anlayabilirsiniz. Ama bu çatışmaların bir şiddete, bazı grupları tümden yok etmeye dönüşmesi başka bir şey.

AKP, Cemaat için fırsat oldu
>> AKP dönemi Cemaat’in en çok güçlendiği dönem oldu. Milli Görüş çizgisinden gelen AKP iktidarında bu nasıl gerçekleşti?
AKP’nin hamurunda Milli Görüş ideolojisi var. Bu ideolojinin etrafında yan yana gelen kadroların 40 yıla dayanan birlikteliği var. Onun etrafında da bir rant yaratma ve dağıtma sistemi var. AKP’nin esas gücü buradan geliyor. Ama ne olursa olsun bir siyasi hareket. İslami cemaatlerden farklı. AKP bugüne kadar farklı ittifaklarla devam etti. Bu ittifakta sağın belli kesimleri ve cemaatler vardı. Milli Görüş ile Cemaat arasında her zaman farklılıklar oldu. Gerilim de vardı. 28 Şubat’ta da vardı. Cemaat, Erbakan’la hiçbir zaman rahat bir ilişki kuramadı. AKP’nin kuruluşunda sağ ve liberallere yer vermesi ve liberal bir söylem kullanması, Cemaat için de fırsat yarattı.

İki tarafın da işini çözecek buluşma
>> Tek neden Erbakan’ın olmaması değil sanırım?
Hayır. 2002’de AKP iktidara geldi. Ama kamu içinde ülkeyi yönetecek kadro gücü yoktu. Sizinle çalışmaya çok istekli, yetenekli, hem ülke içinde hem uluslararası arenada ilişkileri olan Cemaat var. Medya gücü var. Liberal, sol liberallerden oluşan entelektüel bir ilişki ağı var. Burada iki tarafın da işini çözecek bir buluşma oldu.

>> Bir yandan iki tarafın işi çözüldü ama diğer taraftan ülkede bu hiç hissedilmedi. O tarihten bu yana sürekli bir kriz hâli var. Bunun nedeni içeride yaşanan kavga mı?
Unutmayalım ki iki tarafın o dönemde lehine olan durum Türkiye’de demokrasinin gelişmesi, derinleşmesine katkı sağlamadı. Sorunun kaynağı da burada. Neredeyse her yıl çok önemli bir krizle baş başa kaldık. Kasetler, dinlemeler, Ergenekon, Balyoz, MİT Müsteşarı’nı tutuklama girişimi, 17-25 Aralık. Sürekli gerilimli bir ilişki. Bunun bize yansıması da daha çok kriz ve otoriterleşme.
Ve nihayetinde son olarak 15 Temmuz. Cemaat-AKP ilişkisi irili ufaklı sürekli kriz üretti. Sonuçta en vahşi, kanlı, herhangi bir şekilde kabul edilemez biçimini aldı. Devletin kendi kurumsal yapısı arasında bir çatışma yaşanıyor. MİT, Emniyet, Meclis bombalanıyor ve asker kendi arasında çatışıyor. Halka ateş açılıyor. Bu tür yapılanmaların gidebileceği yerleri bir kez daha düşünmeliyiz.

>> Cemaat sonrası doğan boşluğu kim dolduracak?
Gülen Cemaati’nin yerini kolay dolduracak bir şey yok. Diğer cemaatler taklit etti ama organizasyon kapasiteleri olduğundan şüpheliyim. Ama şu olabilir kamu hizmetlerinin yürütülmesinde daha çok siyasi tercihlerin yapılması şeklinde öne çıkabilir. Bunu çözüm olarak görebilirler. Ama bu Türkiye’de başka tür gerilimlere yola açacaktır.

Devlet dine mesafe koymalı
>> Yaşadığımız günlere geliş sürecini akardınız. Peki ne yapmalı, bu durumdan nasıl çıkmalı?
Siz devlet olarak, her hangi bir konuda veya kişide tercihinizi siyasetine, dinine göre yaptığınızda diğerini otomatik olarak dışlamış olursunuz. Hatta o dışlama sadece karşı taraf için de olmaz. Zamanla benzerlerine, içeriye kadar gidiyor. Şu anda yaşadığımız bu zaten. Aynı ideolojik gelenekten, aynı camiadan gelen bir grup AKP iktidarına karşı bir şey yaptı. 10 yıl onlarla birlikte çalışanlar açısından bile içeride de çatışmaya yol açıyor. Benzerlerin çatışması, fraksiyonel çatışma çok daha kanlı ve çok daha yaralayıcı olabilir.

Liyakata bağlı, herkese eşit duran, siyasal ve dini kimliklere mesafesini koruyan bir yapı yaratmalısınız. Bunu değil de diğerini tercih etmek herkese cazip geliyor. Çünkü kendi topluluğunuzu yakaladınız mı güçleniyorsunuz ve oradan da bütün toplumu yönetiyorsunuz. Ama toplum böyle bir şey değil. Devletin tümünü de ele geçirseniz başarılabilecek bir şey değil. Türkiye gibi 80 milyonluk bir ülke ciddi bir parlamento ve demokrasi birikimi olan bir ülkede hiç değil. Bazı şeyleri bu kadar kolay feda edemezsiniz.

Seçim başarısı da bunları getirmez. Dolayısıyla parlamenter demokrasi, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrımını yapısallaştırır iyi temellere oturtursanız bu yaşananların önüne geçebilirsiniz.

Demokrasi, mücadele ile gelişir
>> Güçler arasında yaşanan bir gerilim ve sonrasında bir tarafın kanlı bir cunta girişimine tanık olduk. Bu güçlerin dışında kalanlar ne yapmalı?
-Darbe girişimine karşı toplumun verdiği refleksi önemli buluyorum. Ama bununla birlikte geriye dönük yapılan hataları da görmezden gelemeyiz. Günah keçisi yapmak için söylemiyorum ama bu sürece gelene kadar sol liberaller bu hataya düştü. Demokrasiyi iktidardan beklediler. Demokrasi iktidardan gelmez, mücadele ile gelir. Gerçekten mücadele gerekir. AKP ve Cemaat’in söylemi baştan kabul edildi. Halbuki iktidara karşı eleştiriyi elden bırakmamak herkes için daha hayırlı. Bunu yapmadığın zaman baştan bir güç ve doğruluk atfediyorsunuz. Gelinen noktada herkes bin pişman oldu. Demokrasi için mücadele ve eleştirel bir yaklaşım gerekir.

***

Türkiye laik olmalı

Türkiye’deki laiklik hep çok problemliydi. Anayasamızda yeri var, hukuk sistemi dini temele dayanmıyor. Tüm bunlar doğru ve önemli. Ama pratiğe baktığımızda çok problemli bir alan görüyorsunuz. Devletle din iç içe geçmiş durumda. Sorunun bir kısmı buradan kaynaklanıyor. Devletin dinden elini çekmesi gerekiyor. Şu anda devlet dini hizmet veren, üstelik belli bir kesime hizmet veren durumda.
Bu yapı sürekli kriz ve gerilim üretir. Kısa vadede yapılıp yapılamayacağını bilmiyorum ama devletin dinden elini çekmesi gerekiyor. Dini topluma bırakması gerekiyor. Şu anda cemaatler hem varlar hem yoklar. Resmi olarak yoklar ama biliyoruz ki varlar ve büyük bir güce dönüştüler. Vakıflar üzerinden varlar. Binlerce kuruluş. “Bir araya gelmiş gönüllüler” deniyor. Devlet dini desteklediği, finanse ettiği, yönlendirdiği noktadan çekilmeli. Yaşanılan şey böyle bir tartışmaya da vesile olur ve bu da hepimize hayırlı olur.

Kaynak: Birgun.net