Afet filmleri genelde doğa kaynaklı olduğu için suçlanacak kimse yoktur ve afetin yıkım boyutlarının görkeminden ve kargaşasından keyif alırız. Seyirci olarak rahatlıkla bu filmlerde eğleniriz. Fakat Peter Berg bu son filmi Deepwater Horizon (Büyük Felaket) ile afet filmlerini farklı bir kulvara sokuyor. Gerçek olaylara dayanan bir afet filmi yapıyor. İşin içine bu gerçekçilik karışınca normalde heyecanlanacağımız filmi izlerken dehşete düşüyoruz. Afetin doğa değil insan eliyle olduğunu bildiğimiz ve sorumlularını tanıdığımız için öfkeleniyoruz. Film Deepwater Horizon felaketinin esas suçlusunu parmağını uzatarak rahatlıkla gösteriyor; Britanyalı enerji şirketi olan BP.

Bir çevre felaketi
Henüz altı sene önce yaşanan bu afeti özetle, Amerika’nın enerji politikasının başarısızlığının Meksika Körfezi’nde 2010 yılında kendini göstermiş bir hali olarak değerlendirebiliriz. Petrolün ne kadar kirli bir endüstrisi olduğunun kanıtı olan, BP Deepwater Horizon felaketi olarak bilinen bu olay tam anlamıyla bir çevre felaketidir. BP'nin, okyanus yüzeyinin 1500 metre derinliğindeki Deepwater Horizon petrol kuyusunun platformunda gerçekleşen bu patlamada 11 işçi hayatını kaybederken, on binlerce varil ham petrol Meksika Körfezi'ne aylarca yayılmıştır. Açgözlü petrol şirketlerinin okyanuslarda ve denizlerde dünyanın bu en pis ama en kârlı işini yapmaya hâlâ devam ettiğini bilerek bu hafta vizyona giren Deepwater Horizon filmini izlemek pek de kolay değil açıkçası.

Bu bir afet filmi
Bazı filmlerin başarısı gişe ile bazılarının ise izleyicide yarattığı farkındalıkla ölçülür. Her ikisini aynı filmde başaran yönetmenler ise tarihe geçebilir. Evet filmin sert bir politik bakışı ve çevre ile ilgili bir farkındalık yaratmak gibi bir amacı yok. Film bu trajediyi yaşayan insanların dramı ve o felaket anında bu insanların neler yaşadıkları ile ilgili. O yüzden filmi anaakım afet filmi olarak değerlendirmek gerekli. Zaten 150 milyon küsur bütçeli bir filmden işçi sendikalarıyla, çevre hassasiyetiyle ilgili bir aktivizm beklemek gereksiz olurdu. Peki, gerçekten yaşanan bu muydu? Yalan bir hikâye anlatmadığı kesin olan yönetmenin filmdeki en güzel tavrı işçilerle BP’lilere karşı farklı tavrını net bir şekilde ortaya koymuş olması. Bunu kamera hareketleriyle ve diyaloglarla takip etmek mümkün. Filmde iş konusunda doğru sözleri söyleyenler işçiler, hata yapanlar ise BP’li beyaz yakalılar olarak gözüküyor ve yönetmenin BP’leri özenle şeytanlaştırmaya çalıştığı kesin.

Bizde 'şehit' orada 'kahraman'
Bizde iş sırasında ölen işçilere ‘şehit’, Amerika’da ise ‘kahraman’ diyorlar. Her ikisi de, bu işin fıtratında ölmek var, demenin başka halleri aslında. En büyük eleştiri filmin yaşanmış ve hayatlara mal olmuş bir hikâyede, Amerikan kahramanlığını yüceltmesi. Bu demokrat seyirci ve yazarların dile getirdiği, bence de yanlış olmayan bir eleştiri. Alevler içinde sallanan Amerikan bayrağı gözüken filmin fragmanı bu yönden bakınca bence daha beter. Ama bu Amerika’nın genlerinde var. Orada düşük maaşlı ve tehlikeli işlerde çalışanlar kahramanlaştırırlar. Mesela itfaiyeciler hakkında bu kadar çok filmi olan tek ülke Amerika’dır. Ve her itfaiyeci bir kahramandır. CIA pis işler yapar ama bunu gösterirken bile kahraman bir CIA ajanını kullanarak yapar. O yüzden Amerikan sinemasından topyekûn bir Amerika eleştirisi beklenmez.

Çamur, petrol, ateş ve demir
Filmde ana karakterler iyi oluşturulmuş ve yönetmen artan tansiyonu kurmakta iyi iş çıkarmış. Her zaman odadakilerin en aptalı gibi bir görüntü verdiğini düşündüğüm Mark Wahlberg (Mike Williams) gene elbette söylenebilecek en zeki cümleleri söyleyerek filmin kahramanı pozisyonunda. Kurt Russell ise sadece işini doğru yapmak için savaşan eski kurt bir işçi rolü için en doğru isim olmuş. Düşman tarafta yani BP tayfasında onu daha da şeytanlaştıran ve seyircinin iyice tepesini attıran isim ise John Malkovich. Gayet edepsiz, ciddiyetsiz, asap bozucu bir şeytan insan portresi çıkartmış kendisi. Filmde her şey ters gitmeye başladıktan sonra izlediğimiz görüntüler ise mükemmel. Adeta okyanusun ortasında yüzen çamur, petrol, ateş ve demirden oluşan bir cehennem tasviri görüyoruz. Bu yüzen cehennemden kurtulanların olması gerçekten bir mucize.

Bu ne ilk ne de sonuncu
Enerji bağımsızlığı adına sürdürülen, denizlerin bağrını deşerek petrol aranma faaliyetleri Türkiye de dahil olmak üzere pek çok yerde devam ediyor. Yakıt endüstrisinin açık denizlerde petrol sondaj yapılmasını yasaklayacak yürekli lider ise henüz bulunamadı. Üzerinden seneler geçen bu olayın olumsuz etkileri hâlâ tam olarak bilinemiyor. Milyarlarca dolar cezaya mahkûm edilen BP hâlâ pek çok yerde sondaj çalışmalarına devam ediyor. Utanmadan kullandığı yeşil logosu ile güya çevre dostu faaliyetler gerçekleştiriyor. Felaketin yaşandığı Meksika Körfezi’nde ise balıkçılık hâlâ eski haline dönmüş değil, istiridyeler hâlâ üreyemiyor ve yunusların normalden daha erken öldükleri söyleniyor. Ancak en büyük muamma ise denizin dibine yapışan milyonlarca ton petrolün yakın gelecekte çevreye ne gibi zararları olacağı henüz bilinmiyor. Ne yazık ki bu korkunç olay bu felaketlerin ne ilki ne de sonuncusu olacak. Tek demek istediğim o sondaj var ya o sondaj...

Kaynak: Birgun.net