Siyaset dedikleri plan, program işi elbette. Kişisel ihtirasların, çocukluk hayallerinin, -hele çocukluğun biçimlendirdiği haliyle- yaşama geçirilebileceği bir alan değil. Büyük idealler, toplumsal faydaya dönük işler için bir araç nihayetinde.

Recep Tayyip Erdoğan başından beri bir Akıncılar Derneği mensubunun hayalleri çerçevesinde dönen bir siyaset yapma tarzına sahip. Bu hayaller tabii ki dünya algısını bir hayli küçültmüş durumda. Ciddi ciddi, “fethedilecek bir dünya” var sanıyor her şeyden önce. Fatih de kuşkusuz kendisi.

Tüm dünyayı İslam ile karşıtlarından ibaret görmek Erdoğan’ın siyasetinin özünü oluşturuyor. Liberaller istediği kadar tersini kanıtlamak için yırtınsınlar dünyaya/Türkiye’ye bu karşıtlık üzerinden bakan biri Erdoğan. Her konuşmasında “bizler-onlar” ayrımıyla bu karşıtlığı Türkiye siyasetine taşımış oldu. “Siyaseten Doğru”luk gibi bir endişesi de olmadığı için toplumun hassasiyetlerine dikkat edecek bir dil kullanmadı hiçbir zaman. Heykele “ucube” dedi, Gezi’ye “O kışla yapılacak” diye kükredi. Daha bir dolu örnek var böyle. “Kaba gerçekçilik”i “doğruluk”, “dürüstlük”, “açık konuşma” biçiminde anladı hep. Kibirli tutumları; inancının değişmezliği, kendisinin yanılmazlığı üzerine kurulu. Diğer bütün inançları küçümseyen, o inanç sahiplerini “İslam’la ya da hak mezheple şereflenmemiş” talihsizler olarak değerlendiren bir tutumu, hatta söylemi var. Bu nedenle kimseyi dinlemiyor, “bilgi”ye önem vermiyor.

Zihniyet dünyasının mensupları için önemli bir figür olduğuna kuşku yok. Zaten onlara yönelik yapıyor ne yapıyorsa. Oysa, herkesin bildiği halde söylemediği bir gerçek var ki o da çok ama çok başarısız bir siyasetçi olduğudur. Son altı ayda yaptığı inanılmaz dönüşler bunun kanıtıdır. Bu dönüşlerinin yarattığı girdabın yuttuğu dünya kadar insan var tabii. Şu FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alınanlara, tutuklananlara bakıldığında, çoğunun manevra yapmakta geç kalmış figürler olduğunu anlamak zor değil. Çünkü Türkiye’de Erdoğan’ın dost olduklarıyla dost, düşman olduklarıyla düşman olan bir kesim var. Erdoğan-Gülen kavgası başladığında, daha önce Gülen’in dostu olanlar, “düşman” pozisyonu almakta erken davranamadılar, mesele budur. Şu holdinglerin, işadamlarının verdikleri ilanları anımsayın. Bu geç kalmışlığı telafiye yönelik çabalar bunlar.

Suriye meselesinde Esad’dan “Esed”e geçiş kolay olmuştu. Rusya krizinde de “dost Putin’den “Rus’tan dost olmaz”a geçişte de bir sıkıntı yaşanmadı. “Siyonist katil İsrail”den “birbirimize mecburuz”a atlamaktaki hız ise hayranlık uyandıracak türdendi. Erdoğan kiminle dostsa onunla dost, kiminle düşmansa onunla düşman güruhun kafası işte şu FETÖ meselesinde karıştı.

Erdoğan’ın onca başarısızlığına rağmen üzerine hiçbir şey yapışmaması çok ilginçtir. Türk siyasetinin gelmiş geçmiş en “teflon özellikli” siyasetçisi olduğu bir gerçek. Özellikle dış politikadaki dönüşlerini büyük büyük konuşup unutturmada da üstüne yok. Bunda, söylediklerinin önemli olup olmadığına aldırmayan seçmeni ile “her ne söylerse güzel söyler”ci yandaş medyanın etkisi var tabii.

Oysa yaptığı dönüşler inanılmaz büyük dönüşler. Ülke egemenlerinin en büyük korkusu olan Kürt korkusu elbette Erdoğan’da da var. Ama egosunun, korkusundan daha büyük olduğu Suriye’ye çullanmasından belli. Cam sarayda oturan biri olarak başkasının evine taş atması ancak egoyla açıklanabilir. Güneybatısında, kendi yarattığı krizden ötürü bir Kürt gerçekliği belirince “Suriye’nin bütünlüğünü” savunmak herkesin kolayca yapacağı bir dönüş değildir. En uzun sınıra sahip olduğu komşusunu sınırını korumakta yalnız bırakıp, binlerce cihatçının geçmesine yol açması günahlarını affettirebilecek bir savunma olamıyor kesinlikle.

“Rabbim affetsin” söylemi kibrine ters düşüyor sanılabilir ama “aşkın” bir güce boyun eğmek kibre engel değildir. “Bana Yaratan yeter” tutumu insanı sıfırlayan bir tutumdur. Dolayısıyla içinde kibri barındırır. FETÖ nedeniyle af dilemişti malum. O, kibrine, başkasında bulunmadığını sandığı zekâsına ters düşmekten çekinmeyerek “kandırıldım” demiş olması “dönüşlerinin” şahı sayılır.

Ona buna çatmaktan devlet içindeki Cemaat örgütlenmesini görmediği çok ortada. Poliste, askerde, eğitimde, sağlıkta, yargıda binlerce Cemaat mensubunun olduğunu kendileri söylüyorlar. Dolayısıyla Fethullah denen adamın zaten ele geçirdiği devlet içinde darbeye neden ihtiyaç duyduğunu anlamak da zorlaşıyor benim için. Ne lüzum vardı ki?

Ellerindekilerle yetinmiyor bunlar. Ülkeyle yetinmeyip tüm Ortadoğu’ya göz koyan Erdoğan ile devletin kurumlarını ele geçirmekle yetinmeyip darbeye soyunan Gülen, ihtirasta ortaktırlar.

Erdoğan dönüşleri becerebiliyor, Fethullah biraz daha pişmek zorunda. Bir fırsat daha bulursa tabii!

Kaynak: Birgun.net