Bugün size daha yakından incelemekte yarar olabilecek iki ülkeden bahsetmek istiyorum.

Malezya’yla başlayalım; bilindiği gibi Malezya başta Ahmet Davutoğlu İslamcı kadroların, yıllarca yaşayarak feyz aldığı bir memleket. Anlaşılan İslam’ı kapitalizmle kaynaştırmış, göreceli yumuşak bir din yorumuyla yabancı sermayeye hayırhah bir tutumu birleştirmiş bir örnek olarak önemseniyordu Malezya.

AKP’nin 2002’de iktidara gelişiyle birlikte giderek güç ve cüreti öylesine arttı ki, artık muhafazakârlaşmakta nirengi noktaları başta Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri haline geldi.

Malezya’nın başında, ismi “soyu temiz” anlamına gelen Necip bulunuyor. İktidara geldiğinde ülkeyi demokratikleştirmek, vesayet rejimini tasfiye etmek gibi kulağımıza yabancı gelmeyen vaatleriyle Batılı çevrelerin de geniş desteğini almıştı.

Yolsuzluk söylentilerinin ayyuka çıkması, rejimin demokratikleşme şöyle dursun giderek otoriterleşmesi karşısındaki yurttaş tepkileri sandığı da yansıdı. 2013’te Necip’in UMNO partisinin oyları ciddi bir gerileme gösterdi, ama adaletsiz seçim sistemi sayesinde azınlık oylarıyla hükümette kalmayı başardı.

İşte o günden itibaren Necip, aşina olduğumuz “en iyi müdafaa hücumdur” sloganıyla gemi azıya aldı. Öncelikle her türlü muhalefet “isyana teşvik” kapsamında bastırılmaya çalışıldı. Basının hoşa gitmeyen haberleri, “hükümetin sırlarını ifşa etmek”, yani “casusluk” suçlamasıyla cezalandırıldı.

Malay milliyetçiliğinin ve İslamcılığın dozu giderek artırılarak çoğunluk Çin ve Hint kökenli azınlığa karşı kışkırtılmaya başlandı. Ülkedeki kutuplaşma eğitimli ve şehirli kesimler ile azınlıkları muhalif bir çizgide birleştirse de, muhafazakâr çoğunluğun Necip’in arkasında dizilmesiyle sonuçlandı. Özellikle eğitimsiz ve kırsal kesimler, “büyük güçlerin oyunu”, “kökü dışarda akımlar” benzeri aşina olduğumuz söylemlerle konsolide edildi. Muhalefet lideri Enver İbrahim mesnetsiz bir “seks skandalı” sonrası hapse atıldı.

Derken 2015 Temmuz’unda Wall Street Journal gazetesi bizzat Necip’in kişisel hesabına 2013’te tam 681 milyon dolar aktarıldığını belgeledi. Rüşvetin böyle aleni bir biçimde ortaya çıkmasıyla Necip’in sonunun geldiği düşünüldü. Ne var ki önce iddianın derinleştirilmesini talep eden başbakan yardımcısı görevinden alındı ve darbeci ilan edildi. Soruşturmayı yürüten savcı işten el çektirildi. Yeni savcı hemen davayı örtbas etti ve paranın Suudi bir dostu tarafından hediye olarak gönderildiğini açıkladı. Necip tüm bu komplolarına ranta alışmış “eski Malezya’yı” temsil eden kesimlerin (bir nevi faiz lobisi) iftirası olduğunu, zaten 61 milyon dolar dışında geri kalan parayı iade ettiğini öne sürdü.

4 Şubat’ta ise Fransız savcılar Necip’in 1.2 milyar dolarlık denizaltı ihalesinde bir Fransız firmasından rüşvet aldığına ilişkin soruşturma yürütüldüğünü açıkladılar. Tüm bu işlerde Rezzak (karıştırmayın haşa Rıza Sarraf değil!) adında bir aracının parmağı olduğu bildiriliyor…

İstediği kadar pis kokular yaymaya devam etsin Necip, “parti devleti” sayesinde ipleri elinde tutmaya devam ediyor. Bir yandan “zor” mekanizmalarıyla muhalefeti cezalandırıyor, bir yandan da medya kanalları marifetiyle “ikna” yöntemleriyle geniş kitlelerin beynini yıkıyor. Bu arada eski başbakan Mahatir Muhammet önderliğinde Necip’i aradan çıkararak, “rejimi restore etme” hamleleri de sürüyor.

Kıssadan hisse, Malezya’ya bakıp, “yalnız değiliz!” demekten kendimizi alamıyoruz…

Arjantin’de Akbabaların Baharı

Batı basınında Malezya tu kaka edile dursun, son zamanlarda sitayişle bahsedilen bir ülke varsa o da Arjantin. Bilindiği gibi, sol popülist Cristina Kirchner’in yerine seçilen neo-liberal Başkan Mauricio Macri Aralık 2015’te göreve başladı.

Macri geçmişte Donald Trump’la da kârlı iş ortaklıkları gerçekleştirmiş multi milyarder bir para babası. Zaten gelir gelmez de ilk icraatı Buenos Aires’te 12 bin kamu çalışanını büyük bir huşuyla kapıya koymak oldu.

Macri’nin kısa sürede uluslararası sermaye çevrelerinin takdirini kazanmasında en önemli etken Arjantin’in dış borçlarına ilişkin yaklaşımı. Hatırlanırsa 2001’de yaşanan büyük ekonomik krizinden sonra başkan seçilen Cristina’nın kocası Ernesto Kirchner döneminde dış borç pazarlığına başlanmıştı. Zaman içerisinde alacaklıların yüzde 97’siyle anlaşma sağlandı ve ortalama 1 dolara 25 sent bazında borçlar yeniden yapılandırıldı.

Ne var ki, sadece yüzde 3’e hükmeden “Akbaba Fonları” uzlaşmaya yanaşmadı. Bunlar en kötü dönemlerde, bazı alacaklılara yüzde 10-15’lik ödemelerle borçları kapatmışlardı. Akbaba cephesinin sözcülüğünü milyarder Paul Singer yürütüyor. 2012’de Thomas Griesa adlı bir New York yargıcı (muhtemelen satın alındıktan sonra), Buenos Aires hükümetinin akbabaların onayını almaksızın, anlaşma yapılan kreditörlere de ödemede bulunamayacağına karar verdi. Bu hukuksuzluğun ardından Arjantin “temerrüt” durumuna düştü ve uluslararası fon akımları tamamen durdu.

Ardından Arjantin ekonomisi zora girdi, merkez bankasının karşılıksız para basmak zorunda kalmasıyla enflasyon patladı, ekonomi durakladı, hammadde fiyatlarının dibe vurmasının da etkisiyle memnuniyetsizlik yaygınlaştı ve Macri’nin önü açıldı.

Koltuğuna oturur oturmaz Macri akbaba fonlarla “pazarlığa” başladı. Tahmin ettiğiniz gibi Singer ve diğer vurguncuların yüzlerini güldüren pespaye anlaşmalar gerçekleşti. İtalyanlar, Montreux Partners derken en son arslan payına sahip Singer’in şirketiyle de uzlaşıldı. Arjantin 4.65 milyar dolar, aşağı yukarı tahvillerin itibari değerinin yüzde 75-80’ini ödeyecek. Böylelikle akbabalar yüzde 400-500’lük bir vurgun vurmuş olacak.

Hakim Griesa, Macri’nin seçilmesinin “her şeyi değiştirdiğini” ilan ettikten sonra, şipşak tedbir kararını kaldırdı. Böylelikle Arjantin’in uluslararası sermaye piyasalarından borçlanmasının yolu açıldı. Macri ilk planda 15 milyar dolar devşirip bu fonlarla Singer gibilerine ödeme yapmayı planlıyor.

Arjantin örneğinin küresel önemi şuradan kaynaklanıyor: Kapitalist kriz sonrası tırmanan borçlar büyük bir tehdit oluşturuyor. Bir borç krizinin patlak vermesi, dış ve belki de iç borçların yeniden yapılandırılması üzerine tartışmaların yaygınlaşması olasılığı oldukça yüksek. Macri’nin ülkesinin emekçi sınıfları aleyhine bu teslimiyeti bir emsal oluşturacak, bu örnek üzenden ileride Türkiye ve benzeri ülkelerin de başını ağrıtacak.


Kaynak: Birgun.net