Konuk yazar: Ebru Basa - Doktor

Gezi Direnişi’nin özgünlüğü ve biricikliği üzerine çok şey yazıldı çizildi. Ben Gezi hekimliğinin ya da bir başka ifadeyle toplumsal ölçekte gözlemlenebilmiş özel bir hekimlik pratiğinin bu özgünlükte hayli payı olduğunu düşünüyorum.

Çünkü nereden bakarsanız bakın (İster Gezi’den hekimliğe ister hekimlikten Gezi’ye) ayaklanma günleri boyunca sergilenen hekimlik pratiğine kaynaklık eden değerlerle direniş süresince yaygınlık ve kitlesellik kazanmış evrensel insanlık değerleri bakışımlı ve hatta akrabadır.

Giderek çürüyen sağlık ortamında kireç bağlamaya yüz tutmuş iyi hekimlik değerlerinin direnişle yaşanan tematik rezonans ve duygudaşlık aracılığıyla gün yüzüne çıktığını, teorik bir ifade olmaktan kurtulup ete kemiğe büründüğünü söyleyebiliriz. Hekimler de Gezi boyunca profesyonel bir meslek grubunun üyeleri olarak algılanmaktan çıktılar ve hızla “Halkın doktorları”na dönüştüler.

Bildiğiniz ve yaşadığımız gibi direniş günleri boyunca eşit, özgür ve onurlu bir yaşam için sokağa çıkan ve bu taleplerini barışçıl biçimlerde ifade eden yurttaşlara kolluk gücü tarafından orantısız bir şiddet uygulandı. Kolluk gücünün fiziksel ve doğrudan şiddetine biber gazının aşırı ve orantısız kullanımı eşlik etti. Biber gazı günler boyunca bir tür kimyasal silah ve açık havada işkence etmenin bir aracı olarak kullanıldı. Kolluk gücü biber gazını kapalı mekânlarda, örneğin metro istasyonları ve hastanelerin acil servislerinde kullanmaktan da geri kalmadı. Olaylar sırasında binlerce insan plastik mermiler ve gaz fişekleriyle yaralanırken 11 kişi de biber gazı kapsüllerinin hedef gözetilerek ateşlenmesi sonucu görme yetisini kaybetti. Bu süre zarfında biber gazının orantısız kullanımı sağlık hizmetlerine erişimi zorlaştıran ve hatta yer yer olanaksız kılan bir halk sağlığı sorununa dönüştü. Kendilerine halkın sağlığını korumak görevi 6023 sayılı yasayla verilmiş olan hekimlerin bu duruma kayıtsız kalmaları beklenemezdi.



Kayıtsız kalamadık
“Halkın sağlığını koruma ve acil sağlık hizmeti gereksinimini karşılama görevini” performans ve ciro baskısı altında olmaksızın, tümüyle gönüllülük temelinde bir araya gelmiş mobil ve kimi zaman yerleşik sağlık birimleri aracılığıyla çoğunlukla sokakta, bazen otelde bazen de camide eşit ve ücretsiz olarak yerine getirdik. Bu süre zarfında Türk Tabipleri Birliği de öncelikli olarak Sağlık Bakanından yaralı yurttaşların sağlık kuruluşlarına ulaşmasının önündeki engellerin kaldırılmasını ve bir halk sağlığı sorununa dönüşmüş olan biber gazının kolluk gücü tarafından orantısız ve yoğun kullanımına müdahale edilmesini talep etti. Sürecin TTB Bilimsel Danışma Kurulu tarafından raporlanmasının ardından biber gazının ve benzeri kimyasalların gösteri kontrol ajanı olarak kullanılmasının yasaklanması için uluslararası ölçekte bir kampanya başlatıldı. Konu Dünya Tabipler Birliği’nin gündemine taşındı ve DTB biber gazı ve benzeri kimyasalların gösteri kontrol ajanı olarak kullanılmasının dünya ölçeğinde yasaklanması doğrultusunda TTB’nin önerileri doğrultusunda hazırlanan tutum belgesini kabul etti.

Sağlık Bakanlığı boş durmayıp acil servislere başvuran yaralı yurttaşlar için “özel” bir kayıt sistemi geliştirdi. Yaralı yurttaşların başvurularının ayrıca kayıt altına alındığı anlaşılınca Bakanlık, meslek örgütünden ve kamuoyundan gelen tepkiler üzerine bu uygulamadan vazgeçmek zorunda kaldı. Sağlık Bakanlığı bir nevi Gezi rövanşizmi beslediği için Ankara ve Hatay Tabip Odalarının Yönetim ve Onur Kurullarına revir adı altında izinsiz/ruhsatsız sağlık işletmesi kurmak ve işletmek suçlarından “görevden alma” davaları açtı. Uluslararası kamuoyunun ve DTB’nin gündemine de taşınan bu davalar konusuz ve muhatapsız kalarak düştü.

Bize gelince..

”Ruhsatsız hekimlik” yapmaya devam ediyoruz hâlâ.

Çünkü bu suçu işlemek için yemin ettik.

Kaynak: Birgun.net