SERPİL ŞAHBAZ

Onur Orhan’ın yazdığı, Caner Erdem’in yönettiği politik oyun ‘Sadece Diktatör’ de Barış Atay, diktatöre hayat veriyor. İzleyenler için çağrışımı bol bir oyunu kendisiyle konuştuğumuz Atay, doğru adımları atamaz, bir arada dayanışma içinde olmayı başaramazsak hep bir diktatörümüz olacağını söylüyor. Atay’la ülkenin içine sürüklendiği kriz ortamında “Bu oyunu kim kazanacak?” sorusunun yanıtını aradık.

Öncelikle, ‘Sadece Diktatör’ oyunu fikri nasıl ortaya çıktı?
Caner’le birlikte tek kişilik politik bir oyun oynama isteğimiz vardı. Aslında bir metin üzerinde konuşmuştuk. Fakat o metnin başka bir tiyatro tarafından alındığını öğrenince Onur Orhan’la görüşüp bu dönemin de siyasetini anlatan ama genel olarak da dünyada yaşanılanlarla ilgili genel bir bakış açısıyla yazılmış bir metin istediğimizi söyledik. O da bir diktatörün ağzından bir toplum eleştirisi yazdı, getirdi. Okudukça ağzınızı açık bırakan, izleyiciyi dehşete düşürecek bir metin. Böylece “Sadece Diktatör” doğmuş oldu.

Oyununuzu ismi itibariyle insanlar Erdoğan ile özdeşleştiriyor.
Bizim diktatörümüzün ismi yok. Sadece Erdoğan da değil, öncesinde de ülke güllük gülistanlık değildi. Erdoğan’la çok daha sert, baskıcı çok daha yaşanılmaz hale getirilmiş bir ülke var. Ama Erdoğan’ın siyasi hayatı bittikten sonra da eğer biz doğru adımları atmamışsak yerine bir başkası gelecek ve bu gücü elde ettiği sürece aynı yaklaşım devam edecektir. O yüzden mesele sadece Erdoğan karşıtlığı değil. Bizim derdimiz sistemle olmak zorunda, kişilerle değil. Oyun da buraya vuruyor aslında.

Oyunda izleyici kendisiyle yüzleşme imkânı buluyor. Sahneden siz seyirciyi nasıl görüyorsunuz?
Çok enteresan sosyolojik bir durum. Sahne üzerinde iktidarın sahibi benim, bir oyuncu olarak. Metnin de yardımıyla gerçekten bir dikta kurduğumu hissedebiliyorum. Seyircinin oyun içerisindeki interaktif anlarda oyuna katılıp katılmama soru işaretleri aslında, halkın bir diktaya karşı mücadele etmedeki kararsızlığıyla çok örtüşüyor. O yüzden bire bir gözlemleme şansı bulabiliyorum. Bazı yerlerde utandıklarını hissediyorum. Çünkü yüzleşiyor; utanıyor, etrafına bakınıyor, yanındakilerden yardım isteyen gözlerle izlediğini görebiliyorum. Yönetmenimiz Caner’in de dediği gibi, oyundan sert bir yumruk yemiş gibi çıkıyorlar. Mesela, oyunda diktatörü yerden yere vurup yalan bir kazanım elde etseydik belki seyirci mutlu ayrılacaktı. Ama reel politiğe hiçbir etkisi olmayacaktı.

Yaşadığımız ülkenin şu anki ve önümüzdeki dönemdeki durumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Şu an en önemli meselelerimiz laiklik sorunu ve Kürt illerindeki katliamlar. Eğer birbirimizin sorunlarına bu kadar uzak olursak, bir sıralama yapar ve herhangi birine sessiz kalırsak bu sorunların bir çözümü olmaz. Kürt halkının yaşadığı sorunların hepsi oralarda yaşamayanların da sorunu olmak zorunda. Özellikle de kendine sosyalist, devrimci, demokrat diyen çevreler açısından. Farklılıklarımızı şu an ortaya koyup üzerine siyaset yapabilecek gücümüz yok. Bırakın sosyalist olarak, bir insan olarak burnumun ucunda yaşanan devlet terörüne sessiz kalamam. Ama aynı zamanda hangi taraftan öldürüldüğüne de bakamam çocukların. Ortaya bir çözüm koymak için dayanışmak zorundayız. Çünkü ülkede şu an çok ciddi bir İslami rejim dayatması ve oturtulması çalışması var. Azınlık kimliklere yapılan baskılar özellikle Kürt halkına, Alevilere, Ermenilere, Araplara Türkiye’de yaşayan bütün azınlıklara, bütün muhaliflere yapılan baskılar benim sorunum. O yüzden bu sorunun çözümünde Türkiye sol, sosyalist, demokrat çevrelerle Kürt halkının, Kürt mücadelesinin beraber yürümesi elzem. Başka türlü bir çözüme ulaşamayız. Birbirimizin yanında durarak birbirimize omuz vererek yapabileceğimiz bir mücadele aynı zamanda.

Aydınlara, akademisyenlere karşı yapılan baskılar, saldırılar günden güne artıyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Metnin içeriğinden bağımsız olarak bu konuyu tartışmak gerekiyor. Geldiğimiz nokta şu; özerk olması gereken eğitim kurumlarında ders veren insanların barış isteği için bile siyasi manipülasyonlara, baskıya uğradıkları, metnin içeriğinin sanki dehşet bir şey istiyormuş gibi lanse edildiği bir dönem yaşıyoruz. İçeriğine imza atan isimlere bakarak destek verip vermemeyi tartışamam. Bu ülkede kendini aydın olarak tanımlayan ya da tanımlamayan akademisyen çevreye de destek vermek hepimizin görevi. Ne zamandan beri barış istemek vatana ihanet oldu. Devlet eliyle hedef gösterilerek, bu insanların kapılarına işaret konularak, odalarından toplatılıp götürülerek yapılan bir operasyona siz de karşı durmak zorundasınız.
O yüzden Barış İçin Tiyatrocular diye imza toplanıyor. Barış İçin Sinemacılar, Hukukçular, Edebiyatçılar, Müzisyenler... Biz böyle böyle güçleneceğiz.

Kaynak: Birgun.net