Başbakan Binali Yıldırım, “FETÖ’ye yardım ve yataklık” suçu için bir milat koydu: 17-25 Aralık. Yolsuzluk operasyonlarının yapıldığı bu tarihten sonra Cemaat’le bağını koparmayanların soruşturmaya konu edileceğini söyledi.

Yargının koyabileceği bir sınırı Başbakan’ın dile getirmesinin tuhaflığını bir kenara koyalım. Madem 17 Aralık’tan öncesi örgüte yardım yataklığa girmiyor, yani o tarihte bir örgütten söz edemeyeceğiz, ‘milattan önce’ aynı örgütün düzenlediği operasyonları nasıl soruşturacaksınız?

*

17 Aralık’tan önce cemaate destek verenler “FETÖ’ya yardım ve yataklık”tan yırtacaksa, Ergenekon, Balyoz, Oda TV ve Şike gibi kumpas davalarının hesabını nasıl soracaksınız? Öyle ya, onlar da ‘milattan önce’ yaşanmadı mı? 17 Aralık öncesindeki “yardım ve yataklık” soruşturma dışında kalacaksa, işin aslını yapanlara, nasıl yargılayacaksınız?

*

O dönem zindanlara atılan kumpas davalarının mağduru asker, gazeteci, bürokrat, işadamlarına “darbeci, terörist” diyenleri nereye koyacaksınız?

2011’in 3 Temmuz sabahı gözaltına alınan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın “Ne şikesi, memleket elden gidiyor” sözüyle uyardığı ama sizin hiç dikkate almadığınız o çeteden, 17 Aralık öncesi operasyonu diye hesap sormayacak mısınız? Daha birkaç gün önce tahliye olan son kumpas mağduru Murat Eren’in ve ailesinin yaşadıklarına “yardım ve yataklık” edenler?

***

'Parsel'le bağlan hayata...

FETÖ'cüler için “hainler mezarlığı” hazırlayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı, aynı örgüte destek verdiği iddiasıyla gözaltına alındı. Damat Ömer Faruk Kavurmacı’ya isnat edilen suç, akrabalık ilişkisi var diye elbette Topbaş’ı bağlamaz.

Peki damadın yaptığı projelere “parsel parsel” tadında İBB kıyakları yapılmışsa ne olacak?

İçinde ağaç kalmayan ama ‘Koru Florya’ adıyla pazarlanan projedeki AVM’ye daha çok müşteri gelsin diye altgeçit nasıl yapıldı?

Yine damadın ‘Vadi İstanbul’ projesini metroya bağlamak için hazırlanan proje, İBB Meclisi’nde kimlerin oylarıyla kabul edildi?

Topbaş, önceki gün yaptığı açıklamada, damadının kendisine “17 Aralık’tan sonra bu ihanet şebekesiyle yollarımı ayırdım” dediğini aktardı, sonrasında da ekledi: “Eğer damadım beyanının aksine davranmışsa hak ettiği cezayı çekecektir.”

Gayet makul bir çıkış. Bakalım parsel kıyaklarını yapanlar da “hak ettiği cezayı” çekecek mi?

***

Kim varmış kim yokmuş?

Gazeteleri, kimde hangi haber var diye değil, kim hangi haberi görmedi ya da hangi detayı uzun atladı diye okurum. Mesleki deformasyon belki de. “FETÖ’ye destek verdikleri” iddiasıyla gözaltına alınan işadamları haberini de o gözle inceledim. Kim Kadir Topbaş bağlantısını 1. sayfasına koydu, kim içeride gizledi diye şöyle bir baktım.

Birinci sayfalarında görmeyenler, Akşam, Aydınlık, Habertürk, Karar, Milliyet, Star, Takvim, Türkiye, Akit.

Birinci sayfadan “Topbaş’ın damadı” detayını geçirenler ise şunlar: BirGün, Cumhuriyet, Hürriyet, Posta, Sabah, Yeni Şafak.

İktidara yakın diğer gazetelerin aksine Sabah ve Yeni Şafak’ın Topbaş’la anonslaması cesurca olmuş. Belli ki akranları basit bir gazetecilik kararını verememiş.

***

Susurluk’tan 20 yıl sonra değişen slogan

O güne kadar sadece ayranıyla biliyorduk. Kamyona çarpan o siyah Mercedes’ten çıkanlarla skandalın adı oldu: Susurluk.

Aynı araçtan çıkan bir iktidar milletvekili, bir polis müdürü ve yıllarca aranan uyuşturucu kaçakçılığından sabıkalı aşırı milliyetçi kontgerilla ajanı... 3 Kasım 1996’daki bu kaza, mafya-siyaset-ticaret üçgeninin kirli ilişkilerini ayan beyan ortaya koydu.

Meclis’te parasız eğitim pankartı yüzünden öğrencilerin 96 yıl hapis cezası aldığı, baklava çalan çocukların tatlı yerine ‘6 yıl’ yediği bir dönemdi. Üniversiteliler, işte bu yüzden Susurluk sonrası bu sloganı atıyordu: “Zindanlar boşalsın, çetelere yer kalsın...

*

Zindanlar boşalmadı, çeteler de gereken cezayı alamadı. Bu slogandan 20 sene sonra tam tersi olmaya başladı. Darbecilere yer açmak için çıkarılan “Af değil, denetimli serbestlik” KHK’siyle Alaattin Çakıcı gibi mafya liderlerine tahliye umudu doğdu. Aynı gün, darbeyle mücadele için çıkarılan OHAL kapsamında Özgür Gündem basıldı, 22 gazeteci ve yazar Aslı Erdoğan gözaltına alındı.

Ne Allah’ın lütfu, ne kaderin cilvesi... Belli ki Refik Durbaş’ın “Çırak Aranıyor” şiirindeki gibi oluyor yine... Hasret de, yalnızlık da, ölüm de “hep bize düşüyor usta...”

***

Açık havada açık sömürü

Bir avuç halk düşmanının 15 Temmuz gecesi ülkeye yaptığı kötülüğün izlerini silmek kolay olmayacak. Benzer acıları yaşamamak için 15 Temmuz’u unutturmamak ve şeffaf bir demokrasi vurgusunu tekrarlamak kadar doğal bir şey yok. Yalnız bu yolda ortaya çıkan fırsatçıları da gözden kaçırmamak gerek.

Mecidiyeköy’den köprü yönünde giderken yolun sağında dev bir açıkhava reklamı: “15 Temmuz’da destan yazan halkımıza %20 net indirim..

Ayıp oluyor beyler... Bari yeni adıyla 15 Temmuz Şehitleri Köprüsü’ne giden yolda memleketin yaşadığı acıları ticaretinize alet etmeyin.

Kaynak: Birgun.net