Brooklyn son haftalarda gördüğüm en tuhaf film. Bu kadar çelişkiden arınmış karakterler, bu kadar çatışmadan yoksun bir hikaye, bu kadar steril bir dünya bulmak kolay değil sinemada. Bu filmin 138 ödüle aday gösterilmiş ve bunların 29'unu kazanmış olduğunu okumak yaşadığımız dünyanın ve insanlarının ne kadar sığlaştığını göstermesi açısından anlamlı.

Film 3 bölümden oluşuyor. İlk bölümde kahramanımız Eilis'i (Saoirse Ronan; Şirşe okunuyor) ve ailesini İrlanda'daki dünyalarında tanıyoruz. Eilis, bir dükkanda tezgahtarlık yapıyor. Tam bir cadı olan patronu ve pek para kazandırmayan işi Eilis'i mutlu etmiyor. ABD'deki bir papazın yardımıyla, New York'a göç ediyor. Geride ablası ve annesini bırakarak. Filmin en heyecanlı (!) sahnesi burada. Ya gümrük memuru, Eilis'ten hoşlanmazsa...? Neyse ki meleksi ve saf Eilis sorunsuzca New York'a kapak atıyor.

Eilis aşık mı?
İkinci bölümde Eilis'in yeni dünyada önce yalnızlık çekmesini, sonra bir aşık edinerek kendini bulmasını izliyoruz. Aşığının ısrarıyla Eilis, evlenmeyi de kabul ediyor. Eilis aşık mı? Bunu hiç anlamıyoruz. Ama film için nedense bu çok önemli bir soru gibi gözükmüyor.

İki arada bir derede
Üçüncü bölümde ise, artık o utangaç halini geride bırakmış Eilis'in trajik bir olay nedeniyle İrlanda'ya dönüşünü, burada varlıklı bir ailenin oğlunun ilgisine mazhar oluşunu görüyoruz. Eilis, bir süre ABD'deki kocasıyla İrlanda'daki yeni talibi arasında kalıyor. Eilis bu adama da aşık oluyor mu, bilemiyoruz. Eilis, ilgiye ilgisiz kalmayan ama tutku, şehvet, aşk gibi duygulardan arınmış biri gibi. Film bize, duygularından çok hesap kitap yapan ve çıkarını kollayan, masum görünüşlü bir şeytanın hikâyesini anlatmıyor. Eilis'i sevmemiz bekleniyor. Film, onun iki erkek arasındaki kararsızlığından etkilenmemizi istiyor ama bunun için bir neden sunmuyor. Eilis insan mı? Aynı yıllarda geçen Carol filminin iki kadın kahramanı ne kadar insandılar, ne kadar çelişkilerle doluydular. Yaşadıkları dünya da öyleydi. Eilis'in dünyası steril, neredeyse meleklerle dolu. Eilis de zaten öyle, bir masaldan çıkmış gibi. Brooklyn ve İrlanda ise dekordan ibaret. 1950'lerde çekilmiş filmler, dönemin sansürüyle baş ederken bile daha cesurdu. Hemen hemen hiç beğenilmeyen James Gray'in "The Immigrant"ı (Bir Zamanlar New York) farklı bir dönem de geçse de ne kadar daha farklı bir tablo çiziyordu. Brooklyn'de masal kitaplarından bile daha az sorun var.

Brooklyn ne diyor?
Kısacası "Brooklyn" yalan dolan. Kahramanı Eilis gibi. Eğer, beklemediği bir pürüz çıkmasaydı, filmin bize Eilis'in asıl aşkı olarak gösterdiği şeyin de yalan çıkması büyük ihtimaldi. Sorun, filmin Eilis'i seyirciye, işte bu da böyle aşktan yoksun, hesapçı bir karakter diye sunmamasında. İki saate yakın, hiç gerilmeden, fazla heyecanlanmadan, fazla da sıkılmadan güzel insanları, güzel kıyafetler ve güzel dekorlar içinde izlemek istiyorsanız Brooklyn, bunu veriyor. Başka da bir şey vermiyor.


Kaynak: Birgun.net