Türkiye’ye el koyma planlarının nihayet karşı karşıya getirdiği güçlerin kavgasının demokrasiye ait kavramlarla yürütülmesi iyice komediye dönüştü, farkında mısınız? Bu kavganın tabii ki demokrasiyi kurtarmakla ya da inşa etmekle bir ilgisi yok. Ülke gündemini dikkatle izleyen herkesin yapabileceği bir belirleme bu. Dolayısıyla önemli bir tespit yapıyor değilim.

Gülen Hareketi'nin sinsice, ama ondan daha da önemlisi, yıllara yayılan büyük bir sabırla işlediği planlarının 15 Temmuz darbe girişimiyle çökmesinden sonra, yıllarca en büyük ortağı olagelmiş iktidar ile yandaşlarının attıkları demokrasi nutukları hafızamızı sıfırlamaya yönelik. Atlatılan badirenin yarattığı atmosferde hiçbir kuralını yerine getirmediği demokrasinin kavramlarını, onun samimi taraftarlarına karşı savunmak da bir AKP kurnazlığı.

ABD’nin elbette koruyup, kolladığı, kullandığı bir hareket Gülen Hareketi. AKP bunu yeni mi biliyordu? Ayrıca gerçekten bunu sorun etmiş miydi? ABD sadece emperyal güçlere teşne Gülen gibi dini figürler için değil tüm Türk sağcı politikacılar için, hatta daha çok onlar için bir icazet merkezidir. Recep Tayyip Erdoğan’ın, şiir okuduğu için atıldığı hapishaneden çıkar çıkmaz, hiçbir resmi ya da partili sıfatı yokken gittiği ABD’de Başkan Bush ile görüşmesi de Türkiye’de “demokrasi” inşa etmek içindi, malum. Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlere girerken Amerikan desteğini almadığını kim söyleyebilir? O dönemin Amerikan yetkililerinin Erdoğan övgülerini anımsayın.

Sıla’nın da, Halil Sezai’nin de o çıkışları yüreklicedir. Herkesin sessiz kaldığı bir ortamda, acıyla çekilmiş derin bir nefes bile, aslan gürlemesinden daha çok duyulur. Bu haldeyiz.

Fethullah Gülen’e “ne istedilerse verirlerken” de "memlekette askeri velayeti sona erdirmek" için, yani “demokrasi” için yapıyorlardı bunu. Hatta “demokrasi” için Ergenekon, Balyoz vs operasyonları gerçekleştirilirken ihtiyaç duyulan materyaller (ses kayıtları, seks kasetleri, sahte belgeler) Gülen Hareketi'nce sağlanıyordu. Ne kadar muhalif varsa onlara karşı iyi kötü var olan “demokrasi”nin yöntemlerinin dışına taşılırken de aslında hep “demokrasi” için yapılıyordu bunlar.

Hale bakın. İki dinci gücün Türkiye’ye el koyma kavgasının içine hepimiz dahil edildik. Barolar Birliği Başkanı’ndan, boksever jeoloji profesörüne, piyanistinden, muhalif parti genel başkanına kadar herkes ciddi ciddi Erdoğan’ın yanındalar, “demokrasi” için. Bunca yıldır yarım yamalak da olsa sürdürülen aydınlanma mücadelesi, bu güçlerin kavgasıyla heba edildi, farkında değiller. Kavganın öncesinde de sonrasında bu güçlerin savunduğu mezarötesi anlayışların tüm uygulamaları yavaş yavaş yaşantımıza hakim kılındı. Fethullah’la girişilen kavgadan ne emekçiler yararına, ne kadınların faydasına, ne çocukların, ne Kürtlerin, ne Alevilerin, ne Arapların lehine tek bir şey çıkmadı. Çıkmayacak da, çıkamaz da. Tüm sorunlarımızın kaynağı olan “tek”çi politika, “demokrasi” ile “vatan” için katmerlenerek üzerimize boca ediliyor. Yenikapı Ruhu dedikleri de bu işte.

Seçimlere girmeden önce ABD’den icazet almış bir politikacı, Gülen’i ABD’nin kucağında olmakla (elbette doğru) suçluyor. Birilerinin “aldatıldık”, “kandırıldık” gibi, kişinin kavrama, anlama yeteneksizliğini de ortaya koyan itiraflarıyla işin içinden sıyrılma çabalarına, “Demokrasi” için Yenikapı Şovu’na koşanlar, bunun kandırılmak, yanıltılmak gibi insani zaaflarla dile getirilmiş de olsa, apaçık bir itiraf olduğunu düşünmeden kayıtsız kalıyorlar. Bunun “demokrasi” için bir yargılanma gerekçesi olduğunu kimse dile getirmiyor.

Demokrasinin d’sine bile inanmayan odakların birbirleriyle boğazlaşmalarında “demokrasi”nin kavramlarına sığınmaları hala meseleye ayamamış şaşkınları oyalamaya yarıyor. HDP’nin yok sayılması, Özgür Gündem gazetesinin kapatılması, bir demokrasi sorunu olarak görülmek yerine, tam tersine, “demokrasi” için gerekli görülüp, onaylanıyor.

Emekçileri, ötelenmiş olanları, “tek”çi politikaların acısını bunca yıl çekmişleri hiç ama hiç ilgilendirmeyen dinci odakların memlekete el koyma kavgaları Türkiye’nin, artık ne kadar varsa, tüm aydınlanma mücadelesini bitirmese bile geriletti.

Darbe karşıtlığımız, AKP’nin son derece otoriter, tekçi politikalarını onaylar ya da en azından bu politikalar karşısında sessiz kalır duruma getirdi birçoğumuzu. Darbelerin sadece askeri olamayacağı tezini yüreklice ortaya koyan çıkmadı komünistler dışında. O nedenle asla komünistler arasında yer almamış olan Sıla’nın da, Halil Sezai’nin de o çıkışları yüreklicedir. Herkesin sessiz kaldığı bir ortamda, acıyla çekilmiş derin bir nefes bile, aslan gürlemesinden daha çok duyulur. Bu haldeyiz.

Sarhoş bir yolcu bağırıyor: “Yolculardan önde oturanların hepsi hırsız, ortadakiler dinci sahtekar, arkadakiler şaşkın laik, düzenbaz liberal, gafil solcudurlar”. Kızgınlıkla frene basan şoför yakasına yapışıp, “kim kimmiş bir daha söyle bakayım” dediğinde sarhoşun verdiği yanıttır halimizi en iyi anlatan: “Ne bileyim Reis, öyle bir fren yaptın ki hepsi birbirine karıştı”.

Hırsız, dinci sahtekar, şaşkın laik, düzenbaz liberal, gafil solcunun hepsinin birbirine karıştığı bir otgobüstür Türkiye.

Bu otobüsün dışında kalan tüm yayalara selam olsun.

Kaynak: Birgun.net