Ülkesindeki Erdoğan’ı tiye alan şiir yarışmasına katılmadan önce gelseydi, Boris Johnson’dan nasıl söz edileceğini o zaman görürdük. Adı geçenin “benim Türklüğüm Rusluğum ya da Almanlığım kadardır” demiş olmasına rağmen ısrarla soyundaki Türklüğünden dem vurup dururlardı. Üstelik büyük büyük babası Ali Kemal’in, Kuvvacıları’nın gadrine uğramış bir mağdur olduğu anımsatılarak.

Yaşadığı dönemin emperyal güçlerine bel bağlamış biriydi Ali Kemal. Kurtuluş savaşçılarının mücadelesini küçümsemesinin, Osmanlı’nın büyük bir emperyal güce bağlanmakla kurtulabileceğine inanmasının nedeni budur. Kültürel anlamda da bir Batı hayranlığı vardı kuşkusuz. Yargılanmadan linç edilmesinin elbette savunulacak tarafı yok, kim ne derse desin. Yanlış bir yerdeydi ama bilenler bunu kişisel çıkarı için yapmadığını, gerçekten savunduklarına inanmış olduğunu söylerler. Böyle düşünenlerden biri de Ali Kemal’i “çok güzel gülerdi” diye tanımlayan Yahya Kemal’dir.

İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, işte bu Ali Kemal’in torununun torunu. Londra Belediye Başkanlığına adaylığını koyduğunda pek bir sevindirik olmuştu bizim matbuat. Kolay mı, soyumuz sopumuz oralara kadar uzamıştı işte. Bunun neresinden “milli gurur” çıkarılırdı ayrı mesele ama gerçekten ciddi ciddi adamın Türk olduğuna falan inananlar çıkmıştı.

Konu elbette bu değil. Şimdi, ülkesinde şu malum Erdoğan karşıtı şiir yarışmasına katılıp üstelik birinci de geldikten sonra memleketi ziyaret edince, “bizim Türk” olan Johnson’dan şimdi “dedesi haindi” nitelemesiyle söz ettiler yandaş basında. Bu, kuşku yok ki büyük bir ikiyüzlülük. Biraz kafamız bozuldu mu ayarı kaybediyoruz.

Överken de yererken de Johnson’un Ali Kemal’le bağının çok da güçlü olmadığını hesaba katmadılar bunlar. Överken de gülünçtüler, yererken de. Ayrıca Johnson bu çevrelerce övüldüğünde de yerildiğinde de “vatan haini Ali Kemal”in torunuydu.

Ben bu Johnson’u bilirim. Belediye Başkanlığı adaylığı kesinleşince Londra’da Türkçe konuşan toplumla buluşmalarını bir gazeteci olarak izlemişliğim vardır. Türk kahvehanelerinde “özlemişsindir” diye önüne Türk çayı koyanlar mı, Türkçe Kur’an hediye edenler mi, ne ararsanız vardı.

Hatta sevdiğim bir muhasebeci Kıbrıslı Türk arkadaşım, ki Johnson’la aynı partiden bir muhafazakâr, bulunduğu bölgenin yöneticisi olması hasebiyle “toplumumuzla” buluşturduğu Johnson için işyerinin bir odasını özel olarak düzenlemişti, “Türk Odası” biçiminde. Boris’in, İngiltere’de pek de alışık olunmayan bu “etnik gerekçeli” sahiplenmeden etkilenmediğinin tanığıyım.

Londra’da Türkçe konuşanları anlamak mümkün. “Kendilerinden” saydıkları birinin Londra Belediye Başkanlığı gibi önemli bir makama gelmesinden kendilerine gurur payı çıkarmaları pek bir doğal. Göçmen psikolojisidir bu. Çünkü nihayetinde Johnson’u da “göçmen kökenli” sayan tüm göçmenler, Türkler dahil, Boris şahsında bunu göçmenlerin başarısına bağlarlar, inanın böyledir bu. Kendimden de bir örnek vereyim, Prenses Diana, eşi Prens Charles’la kötü giden ilişkilerinin konu edildiği o ünlü söyleşi için BBC’den Martin Beşir’i seçtiğinde göçmenler adına çok keyiflenmiştim.

Ama bu başka bir şey. Boris’in yetişmesinde, bugün temsil ettiği yaşam biçimini, savunduğu görüşü, sergilediği kültürel tutumları edinmesinde hiçbir katkısı olmayan Türklüğünün(!) öne çıkarılarak bunu milli bir böbürlenme gerekçesi yapmak elbette kompleksli bir tutum. Hadi yaptınız bunu diyelim, Erdoğan karşıtı olduğu ortaya çıkınca (!) övünülen o ırsiyet bağından yola çıkarak adamın büyük dedesinin “zaten vatan haini” olduğu lakırdılarını yapmasaydınız bari. O aldırmıyor tabii buna ama ülkesinin medyası kafa buluyor “bizimkilerle.” Bir televizyon programında şu Johnson’un Türklük meselesi anımsatılarak, çok incitici olmasa da, inceden inceye geyik yaptılardı anımsıyorum.

Belediye Başkanı adayı olduğunda “resmi ideoloji kurbanı” Ali Kemal’in torunu diye ciddi ciddi “kendilerinden” saydıkları Boris’i, Erdoğan’la kafa bulan şiir yarışmasına katıldığı için şimdi yine o “resmi ideoloji kurbanı” Ali Kemal’in “dedesi gibi hain” torunu diye dillerine doladılar.

Bunların dillerine vuruyor demek ki. Kendi akıllarınca küçümseyecekler yani. Esad’a “Esed” deyince küçümsediklerini sandıkları gibi.

Söylenenleri orada tutacak “akıl” olmayınca söz “dile” kayıveriyor böyle. Söz dediğin önce akılda pişer, sonra dile düşer.

Bunların “söz”ü bir tuhaf.

Akılda pişmediği için “ayağa” düşüyor sürekli.

Kaynak: Birgun.net