Birlemiş Milletler, yine her zamanki misyonunu yerine getirdi: Dünyadaki sorunların tartışılacağı kalabalık ve ‘havalı’ toplantılar düzenlendi, hiçbir zaman yerine getirilmeyecek sözler verildi, anlamsız konuşmalar yapıldı ve ‘olaysız dağıldılar.’

Oysa dünya hiç olmadığı kadar büyük bir mültecilik sorunuyla karşı karşıya, savaşların yanı sıra kapitalist-emperyalist devletlerin politikaları sonucu ekonomisi çökmüş birçok ülkeden insan mülteciliğe zorlanmış durumda. BM’nin tek yanıtı kâğıt üzerinde güzel görünen boş sözler. Çünkü sorununun kaynağı, insanların terk etmek zorunda kaldığı ülkelerinde değil, tam da BM Genel Kurulu’nun düzenlendiği yerde.

19 Eylül’de BM üye ülkeleri ilk defa ‘geniş çaplı mülteci ve göçmen hareketine daha koordineli ve insani bir yaklaşım’ geliştirmek ve New York Deklarasyonu’nu imzalamak için bir araya geldi.

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) deklarasyonun ciddiyetsizliğini şöyle anlattı:

“New York Deklarasyonu taslak haliyle iyi niyetli görünse de içeriğinde ciddi belirsizlikler barındırıyor. Üstelik deklarasyonda göçmen ve mültecilerin yaşam kalitesi ve koşullarını düzeltecek acil bir çözüm önerilmediği de açıkça görülüyor. MSF ekiplerinin Yunanistan, Meksika ve Kamerun’da gözlemlediği üzere, üye ülkelerin çoğu hâlihazırda bu maddelere aykırı hareket ediyor, mülteci ve göçmenlerin haklarını gözetmiyor.”

Mülteci kamplarında açlık, soğuk, polis saldırısı ve sınır dışı korkusu, hijyen koşulları olmadığından (Batı’da bitmiş olan) salgın hastalıklar, zatürre gibi (tedavisi Batı’da olan) solunum yolu hastalıkları kaynaklı bebek ve çocuk ölümleri var. Kampta olmayan mültecileri de bu koşulların yanı sıra aşağılanma, dışlanma, kölelik koşullarında çalıştırma ya da gerçek kölelik bekliyor.
Ve son BM toplantısı bir kez daha gösterdi ki, Batılı ülkelerin tek derdi ‘ülkelerine mülteci akınının olmaması.’ Yoksa Afrika, Ortadoğu veya başka bir coğrafyadaki mülteciler, duvarların ardından kendi kendilerine ölme hakkına sahip. Avrupa’nın, ABD’nin konusu değiller.

Örneğin, 350 bin Somalili mülteciyi barındıran Kenya’daki Dadaab Kampı dünyanın en büyük mülteci kampı. Yiyecek ve su en büyük sorun. Kampa sağlık hizmeti veren MSF’li doktorların notlarında, barınma ve yaşam alanlarının sağlıksız koşullarının da kampta yaşayan yüzbinlerce insanın sağlığını tehdit ettiği yer alıyor.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin tek yaptığı ise, Somali ve Kenya hükümetleriyle imzalanan ortak anlaşmayla, mültecilerin, savaşın halen sürdüğü Somali’ye geri dönüşünü sağlamaya çalışmak oldu. Yani BM anlaşması, mültecilerin kampta değil savaşta ölmesinin yolunu açtı. Zaten anlaşma da kâğıt üzerinde kaldı. Anlaşmaya göre ülkelerine geri dönmek isteyen Somalililer gönüllü geri dönüş uygulamasıyla memleketlerine yerleştirilecekti. Ancak kaçtıkları koşullarda değişiklik olmadığı için Somalililer geri dönmedi.

Geri dönen küçük bir azınlık, savaşın ortasında kaldı.

Savaşın bitmediği ülkenin, ne kadar çatışmasız kalacağı bilinmeyen topraklarına mültecileri geri göndermeye çalışan Türkiye de Batı’dan kopyaladığı politikalarla Suriyelileri geri göndermenin yollarını arıyor. Bir yandan savaşı derinleştirip büyütürken diğer yandan ‘güvenli bölge’ arayışında olan iktidarın başarısız olacağını tahmin etmek zor değil. Beş yıl önce Suriye’de savaş çıkarırken de milyonlarca insanın mülteciliğe zorlanacağını görememişlerdi.

Umarım Cerablus’a geri gönderilenler, ülkelerine geri dönen Somalili mültecilerin kaderini paylaşmaz.

Kaynak: Birgun.net