Birleşmiş Milletler (BM) geçen hafta çok patırtı koparan bir üst düzey zirve gerçekleştirdi. Pek çok benzer zirve gibi bu da bir başka fare doğuracak dağ hikayesi. Ama yine de hiç yoktan iyidir.

Bu da bir kaç ay önce Londra’da gerçekleştirilen Suriye zirvesi gibi bir toplantı. O zirvede de çeşitli ülkeler, Suriyeli göçmenlere destek için milyonlarca dolar destek sözü vermişlerdi. Aylar geçti ve bu sözlerin sadece yüzde 15 kadarı tutuldu. Kalanı için de bir yaptırım söz konusu değil.

Ancak önemli bulduğum meselelerden bir tanesi zirvede göçmen ve mülteci ayrımının vurgulanmaması. Genel olarak ikisi birlikte anıldı ve bu göçmenler ve mülteciler arasında yapılan yapay ayrımın ve bununla ilişkili olarak alevlenen ırkçı ve yabancı düşmanı söylemlere karşı olumlu bir adım.

Sonuç metninde ısrarlı biçimde göçmen teriminin kullanılması ve çeşitli sıfatlarla vurgulanması bir sonraki metnin kapsayıcı bir anlayışla oluşabileceğini gösteriyor. Şeytanın avukatlığını yapmamız gerekirse de mülteciler için varolan kurumsal yapının yok edilmek istendiği de söylenebilir. Ama bunu ancak zamanla göreceğiz.

BM başkanının sembolik olmakla birlikte önemli bir adım atıp başlattığı ‘Birlikte, Herkes için Saygı, güvenlik ve onur’ diye tercüme edebileceğimiz kampanya da önemli. Üye ülkelerce yeterli yatırım yapılırsa ve desteklenirse ve sahiplenilirse bu göçmenleri hedef alan nefret suçlarının azaltılmasına yardımcı olabilir.

Göçmenlerin haklarına ve korunmasına, göçmen mülteci ayrımı yapmaksızın, ve insan hakları vurgusuyla bu düzeyde sahip çıkan bir toplantı daha önce yapılmamıştı. Belki de 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin yerine yeni bir sözleşme oluşacak.

Buradaki en temel kaygı bu tarz bir sözleşme oluşurken göçmenlerden ziyade göçü sınır kontrolleri ve diğer idari tedbirlerle önlemeye çalışanların isteği doğrultusunda bir anlaşma oluşması ve görece liberal ve insani olan 1951 Sözleşmesinin çöpe atılması. Yani Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma riski çok derin.

İngiltere ve ABD gibi önemli göçmen alan ülkelerin Teresa May ve Donald Trump gibi liderlerinin ve olası gelecek liderlerinin demeçlerine bakılırsa bu riskin daha da can alıcı olduğu görülebilir. Hatırlarsak May toplantıdan önce sınırlarımızı kontrol etme hakkımız olmalı vurgusu yapmıştı.

BM’nin yaptırım gücünün neredeyse sıfır olduğu çok alan var ve maalesef tüm iyi niyete rağmen göç meselesi de bunlardan biri. ABD 110 bin mülteci alacağını teyit etti. Yani ABD nüfusunun yüzde 0.03’ü. Bu Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı 3 milyon ile kıyaslandığında komik bir sayı.

Avrupa Birliği ise bir yandan kendi üyeleri arasında yük paylaşımı meselesi ile uğraşıyor bir yandan da Türkiye gibi çevre ülkeler üzerinden gelecek göç dalgalarını önlemeye odaklanmış durumda.

Orta Avrupa’nın yeni AB üyeleri ne göçmen ne mülteci istiyor. Birliğin batı ucundaki İngiltere ise ne göçmenleri ne de AB üyeliğini istiyor.

Bunu çeşitli kitap ve makalelerde yazdım ve yazmaya devam ediyorum. Tekrar edelim: insanların neden rahatsız olduğunu ve bütün risklere ve yüksek maliyetlere rağmen evini ülkesini terkedip yollara döküldüğünü anlamadan sınırlarınızı kontrol edemezsiniz.

Sınır kontrolü ne kadar anlamlı bir çaba o da ayrıca tartışılabilir.

Çatışmalar değişiyor, çatışmalı ülke ve bölgelere yenileri ekleniyor. AB’nin göz ardı ettiği bazı çatışmalar insanları yollara dökmeye devam ediyor. Darbe girişiminden sonra Türkiye de bu kervana katıldı. Bu yıl değilse bile seneye Türkiyeli mülteciler bir kez daha hepimizin gündemine oturacak.

Kaygıyla beklerken iyi haftalar ve bol şanslar.

Kaynak: Birgun.net