Geçen salı, BirGün’deki ilk yazımın ilk cümlesiydi:

“Amentü ile başlayalım. #DarbeyeHayır.

Hatta el yükselterek devam edelim. #DarbeyeDiktayaNokta.

Köşenin ikinci kutusunda da vaktizamanında cemaate “ne istediyse verenlere” şunu sormuştum:

“Şöyle bir tane sağlam özeleştiri beklemek çok mu? ‘Bomba gibi’ kitapları yüzünden tutuklanan gazetecilerden, kumpasla makamından çıkarılan savcılardan, icat edilmemiş fontlar kullanılarak hapisler yatan subaylardan bir özür peki?”

Üçüncü kutuda da, Pensilvanya’ya otobüs kaldıran ama bugün cemaat düşmanı kesilen bazı “meslektaş”lara sormuştum. Okyanus ötesinden aldıkları kalem ve tespihleri ne yapacaklar diye...

• • •

Mürekkebi kurumadan” güzel klişedir... Gerçekten BirGün’ün mürekkebinin henüz ellere bulaşık olduğu o gün; cemaat kumpaslarıyla arkadaşlarımız alınırken sokağa çıkan, basılmamış kitabı “ele geçirmek” için bastıkları gazete binasında karşılarında duran, “beraber yürüdükleri o yollarda” işledikleri günahlara her ortamda açıkça karşı çıkan beni “FETÖ’ye ve darbeye destek”ten gözaltına aldılar.

Bu ülkenin anlı şanlı demokrasi tarihinde yaşatılan mağduriyetlerin yanında hiçbir şeydi benimki, 3 gece nezarethane, bir gün adliye...

• • •

Suçlamanın tuhaflığı, dosyaya konan yandaş gazete kupürleri, “Silivri nöbetine neden katıldın?” gibi dahiyane sorular bir yana; bizi bilen, kefil olanlar sayesinde cuma akşamı sevdiklerimize kavuştuk. Çok eskiden kalan hesaplarını, kirli bir çuvala adımı eklemeye ekleyerek görmeye çalıştılar.

Allahtan da öyle oldu, yoksa BirGün’ün hem en kısa süreli, hem de tek yazıyla gözaltına alınan yazarı olacaktım.

Son söz: Bu ülkenin gerçek demokratları, gazetecileri dün nerede duruyorlarsa, bugün aynı yerde dimdik ayakta. Esen yele göre pozisyon almadılar, muktedir kalmak için her isteneni vermediler...

Ha bir de, suçüstü yakalandıklarında asla “Kandırıldık” demeyecek kadar da onurludurlar...

***

“BirGün Tek Başına” değilmişiz

İlk yazımı geçen Pazartesi BirGün’e gönderirken, sevgili İbrahim (Varlı) telefonda sordu: “Abi köşenin adı ne olsun?

Üç beş saniye düşündükten sonra, Vedat Türkali’nin efsane romanının adı geldi aklıma: “Bir gün tek başına.

Ama gazetemizin logosunu çağrıştıracak şekilde yazılmasını rica ettim.

Köşenin adını, gazetemin bu kadar hızla tekzip etmesini beklemiyordum.

Yazının yayınlandığı gün başlayan malum süreçte, BirGün ailesi beni bir an olsun “tek başına” bırakmadı.

Bu satırları yazarken fonda çalan, Hüsnü Arkan’ın albüme adını veren şarkısında dediği gibi: “Yalnız değiliz!” Kesin bilgi.

***

Ayıp ayıp, biraz “milli ve yerli” olun

Kasım seçimlerinden sonra logosuna “Milli iradenin sesi” tamlamasını koyan Star gazetesi, aralarında benim de bulunduğum 42 kişiye gözaltı kararını “FETÖ’nün medya ayağına darbe” başlığıyla duyurmuş. Hani Can Yücel gibi yanıt vermek var ama neyse.

Birinci sayfa anonsunda kullandıkları görsel de beni benden aldı. Kovboy filmlerinde gördükleri “Wanted” (Aranıyor) çerçevesinin içine yerleştirmişler beni. Beyler, madem “milli iradenin sesi”siniz. Erdoğan’ın “milli ve yerli” düsturuna yakışır şekilde Türkçe “Aranıyor” yazsaydınız keşke.

Şaka bir yana, bu ülkede kendine gazete diyen paçavralar, sevmedikleri isimlerin üzerine çarpı atmışlardı. Akıbetlerinin ne olduğunu gayet iyi hatırlıyoruz. O yüzden yine de şanslı sayılırız, Allahtan sadece Western tadında bir “aranıyor” afişi yapmışlar da ucuz kurtulmuşuz.

***

Darbeleri yargılamaya şuradan devam etsek?

Radikal’in Susurluk ve 17 Ağustos depremleri döneminde kullandığı ve hafızalara kazınan “Unutma, unutturma” vinyeti vardı. Fikri takip haberlerinde gayet güzel kullandıkları. Müelliflerinin müsaadesi olursa, bu köşede fırsat buldukça böyle bir kutu kullanacağız.

Darbeye hayır çığlıkları hâlâ çok taze, meydanlar hâlâ darbeyi lanetleyenlerle doluyken soralım... Büyük büyük darbe girişimlerinden hesap sormak elbette elzemdir, uzun ve zahmetli (umarım demokratik) bir yargılamanın sonunda halk düşmanları hesap verir. Ama arada küçük adımlar atmak da mümkün.

Madem her türlü darbeye karşıyız... Soma’daki iş cinayetinden sonra madenci yakınına, polis nezaret ve koruması altında onlarca darbe vuran, “dönemin” Başbakan danışmanı Yusuf Yerkel hakkında neden tek bir adım atılmıyor? Erdoğan ile birlikte Saray’ın 1000 küsur odasından birine nakledilen şahsın silah kullanmaması hafifletici sebep mi? Kızmayın, sadece sorduk.

Kaynak: Birgun.net