Cemaat’in güvenli kollarında demokratçılık oynayan liberallerin en çok alerji duyduğu sözcük “emperyalizm”di. Artık 21. yüzyıldaydık, küreselleşme çağındaydık, emperyalizm diye bir şeyden söz etmek dinozorluktu, anti-emperyalist olmak milliyetçilikti vesaire… Sonra ne oldu peki? Sonrası malum: Emperyalizmin kırk yıl boyunca özene bezene yetiştirdiği Cemaat, darbelerle, askeri vesayetle, Kemalizm’le mücadele diye diye, bir gece ansızın emperyalizmin de desteğiyle darbeye kalkıştı, jetleri havalandırdı, tankları sokağa çıkardı.

Emperyalizmin taşeronu bir örgüt, emperyalizmin de desteğiyle 15 Temmuz gecesi bir darbe girişiminde bulundu ve başarısız oldu, buraya kadar tamam. Peki ya darbeyle devrilmek istenenler? Darbecilerin emperyalizmin piyonları olmaları, devrilmek istenenlerin “anti-emperyalist”, “bağımsızlıkçı” ya da “millici” oldukları anlamına gelir mi?

Tıpkı liberaller gibi sınıf körü olan ve emperyalizmi basitçe “dışsal” bir olgu olarak gören bir kısım ulusalcıya bakarsanız evet: Ortada emperyalist bir müdahale olduğuna göre, o müdahalenin hedefinde bulunanlar da otomatik olarak anti-emperyalistlerdir ve bu nedenle de desteklenmeleri, yanlarında durulmaları gerekmektedir.
İslamcı bir darbe girişimine karşı Cumhuriyetçileri başka İslamcıların peşine takmaya çalışan bu düşünsel sefalet, bizden sanki kapitalizmden ayrı bir emperyalizm analizi yapılabilirmiş gibi, küresel kapitalizmin neoliberal programı yürürlükte değilmiş gibi, OHAL’den de faydalanılarak ardı ardına sömürüyü katmerleyecek ve maliyeti halkın sırtına bindirilecek yasalar çıkarılmıyormuş gibi davranmamızı istiyor, İslamcılarla “anti-emperyalist cephe”de, ”milli mutabakat”ta birleşme çağrısı yapıyor.

İçeriye birazdan geleceğiz ama dışarıda olan bitene yakından bakmak dahi anti-emperyalizm iddialarını boşa düşürecek şekilde. 15 Temmuz’dan beri, emperyalizmle yeni bir düzlemde buluşmak ve çok daha derin bir şekilde entegrasyon için olağanüstü çaba gösteriliyor. Ortada kimi ulusalcıların iddia ettiği gibi Avrasya’ya yanaşma falan yok; Rusya ve İran üzerinden, emperyalizmle yapılacak pazarlıkta el yükseltme, pazarlığı daha yukarıdan açma çabası var. Bunun nerelerde ve nasıl somutlaşacağını önümüzdeki günlerde Kerry ya da Biden Türkiye’ye geldiğinde anlayacağız ama her durumda ilerleyen süreçte ABD’ye çok daha büyük tavizler verileceğini görebiliyoruz.

Anti-emperyalizm iddialarına içeriden bakacak olursak, yukarıda da söylediğimiz gibi emperyalizm “dışsal” bir olgu değil; o ülkenin kapitalist düzeniyle, sermaye sınıfıyla, hükümetinin izlediği iktisat politikalarıyla doğrudan bağlantılı. Kapitalizmi dahil etmeyerek emperyalizmi anlamak da, anti-emperyalist olmak da mümkün değil. 15 Temmuz’dan beri yaşananlara bakıldığında, Türkiye’nin düzeninin yaşadığı derin siyasal krizi bir fırsata çevirmeye çalıştığı ve halka yönelik yeni bir saldırı programının yürürlüğe konulmaya çalışıldığı görülebiliyor. Ardı ardına yapılan yasal düzenlemelerle sermayeye yeni kâr alanları açılıyor, vergi indirimleri getiriliyor, kamunun elinde kalan son varlıkların da özelleştirilmesi hedefleniyor, emeklilik gibi kamusal haklar piyasanın insafına terk ediliyor.

Bir kez daha “Kapitalizm hakkında sessiz kalanlar emperyalizm hakkında konuşamazlar” dememiz gereken zamanlardayız

Bu süreçte yasayla özelleştirilmesinin önü açılan bazı kurumlar şunlar: “Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk Kültür Merkezi, Milli Piyango, Spor Toto, TRT, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Devlet Hava Meydanları İşletmesi, Türkiye Taşkömürü Kurumu, Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu, GAP Başkanlığı, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Devlet Su İşleri, TÜBİTAK, Savunma Sanayii Müsteşarlığı.”

Bir diğer yasa olan Bireysel Emeklilik Yasası ile çalışanlardan zorunlu olarak kesilen aylık 100’er lira, özel sigorta şirketlerine aktarılacak, oluşacak özel fonlar yatırım adı altında finansal spekülasyonlarda kullanılacak, üzerinden yıllar geçtiğinde ise milyarlarca dolara ulaşacak bu fonlarda biriken paralara ne olacağı bilinemeyecek, hepsinden öte bu yasa ile kamusal/sosyal bir hak olan “emeklilik hakkı” gasp edilmiş olacak.

Aynı şekilde, Ulusal Varlık Fonu Yasası ile sermayenin üzerindeki vergi yükü neredeyse sıfıra çekilecek, kamu arazileri bedelsiz bir şekilde sermayeye devredilecek, fonun gelirleri özelleştirmelerden sağlanacak, yapılan işlemler Sayıştay ve Meclis denetiminin dışında olacak, emekçilerin sırtındaki vergi yükü daha da artacak, İşsizlik Fonu’ndaki paralara el konacak, velhasıl bir kez daha emekçilerden sermayeye rant aktarılacak, servet transferi yapılacak.

Bir kez daha “Kapitalizm hakkında sessiz kalanlar emperyalizm hakkında konuşamazlar” dememiz gereken zamanlardayız dolayısıyla; anti-emperyalist olmanın yolunun sermaye düzeniyle hesaplaşmayı zorunlu kıldığını her zamankinden daha yüksek sesle anlatmamız gereken zamanlarda yani.

Kaynak: Birgun.net