Türkiye Cumhuriyeti devletinin gelenekselleşmiş tavırları vardır. Dış dünyadan bir tokat yerse bunun acısını içerde çıkartır!

İçinde bulunduğumuz hafta 1955’in en kara günlerinin 61. yıl dönümüydü. O yılın 6 ve 7 Eylül günleri İstanbul ve İzmir’de yaşayan başta Rumlar olmak üzere Ermeniler, Yahudiler, Bulgarlar, Ruslar, Süryaniler azınlıklara karşı büyük bir saldırı organize edildi. Saydığım uluslara mensup olanların tamamı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıydı ve Osmanlı İmparatorluğundan cumhuriyete devrolmuş toplumlardı.

Canları ve malları devlete emanetti.

Devlet bu emanete ihanet etti! Korumasız insanlara karşı örgütlü bir saldırı düzenledi.

İcracılara göre bu işin maddi bir temeli vardı: Kıbrıs için Londra’da toplanacak konferans için dış aleme “mesaj” verilecekti. Böylece Kıbrıs’taki Türk azınlığın can güvenliği konusunda teminat elde edilecekti!

Siz oradaki Türklere karşı yeterli korumayı sağlamazsanız, biz de elimizdeki “gavurlara” işte bunları yapabiliriz!

Olaylar Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atılmasına tepki olarak başlatılmıştı! Sonradan ortaya çıktı ki, bu işi yapan iki kişi Türk’tü! Selanik Hukuk Fakültesinde okuyan Türk öğrenci Oktay Engin ile Türkiye’nin Selanik Başkonsolosluğunda görevli kavas Hasan Uçar, kendilerinin de yaşadığı binanın bahçesine hafif bir patlayıcı atmışlardı.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin gelenekselleşmiş tavırları vardır. Dış dünyadan bir tokat yerse bunun acısını içerde çıkartır

Yunan polisi ikisini de yakalayıp yargı önüne çıkarttı. Oktay Engin sekiz ay sonra tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilince Türkiye’ye kaçtı. Uzun yıllar İçişleri bakanlığında hizmet verdi. Sonunda Nevşehir Valisi unvanıyla da emekliye ayrıldı.

1955’te iktidarda bulunan Demokrat Parti Hükümeti olaylardan sonra yaptığı yazılı açıklamada aynen şöyle demişti:

“Dün gece İstanbul ve memleket esas itibarıyla bir komünist tertip ve tahrik ile ağır bir darbeye maruz kalmıştır.”

Hiç utanma sıkılma olmaz mı?

Hayır olmuyordu. Bu bildirinin sabahında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Asım Bezerci, Hasan İzzettin Dinamo gibi tanınmış isimler başta olmak üzere pek çok solcu aydın gözaltına alınıp önce Sansaryan Han’da bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğüne daha sonra da Harbiye’ye götürülüp askeri tutukevinin hücrelerine konuldular.

Aradan on yıllar geçtikten sonra general Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na şöyle diyecekti:

-6-7 Eylül Özel Harp Dairesinin mükemmel bir örgütlemesildi!

Aradan bu kadar yıl geçti…

Demokrat Parti 27 Mayıs’ta askeri ihtilalle devrildi. Başbakan Adnan Menderes ve iki bakan Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu idam edildiler.

DP’nin yerine Adalet Partisi kuruldu, iktidara geldi. 12 Mart’ta (1971) yine askerlerce indirildi. Milliyetçi Cephe hükümetleriyle geçilen 70’li yıllarından sonunda 12 Eylül 1980 darbesi geldi. Adalet Partisi kapatıldı, diğer partilerle birlikte… 28 Şubat 1997 ve en sonunda 15 Temmuz 2016 darbesi yaşandı bu ülkede.

Fakat 6-7 Eylül geleneği hiç değişmedi: Devlet faturayı hep solculara kesti!

Tıpkı şimdi ki gibi…

15 Temmuz darbesini dinci yapı Fetullah Gülen Cemaatine mensup askerler yapmak istediler. Ama ne oluyor?

Solcu akademisyenler üniversitelerden atılıyor. Solcu tiyatrocular açığa alınıyor. Solcu aydınlar, yazarlar tutuklanıp hapislere konuluyor.

Ve bütün bunları yapan sağcı-dinci muhafazakar politikacıların yüzleri hiç kızarmıyor!

Hep söylerler ya, “devlette devamlılık esastır” diye… Bu devletin de devamlılık konusundaki en istikrarlı uygulaması hiç değişmiyor:

-Kim ne yaparsa yapsın, solcuları içeri atmak!..

Kaynak: Birgun.net