Geçen gün sosyal medyada ‘bayrak’, ‘burjuvazi’ ve ‘Mustafa Kemal’ üstüne kısa bir fikir alış verişi yaşadık. 4 Eylül Pazar günü “Gericiliğe, emperyalizme, darbelere” karşı düzenlenen mitinge, elinde Türk bayrağı olan çeşitli insanlar da katıldı. Fotoğrafları gören bir akademisyen: “Burjuvazi ilerici kimliğini 1789’da yitirmiştir. Bu sınıfın bayrağı ve önderiyle devrim olmaz” diye yazdı. Bu mesele kuramsal bir tartışmadır bir yanıyla, öte yanıyla güncel ve değerlidir.

Fransız Devrimi’nde ilerici rol oynayan burjuva sınıfı olmasaydı, bugün ne aydınlanmadan, ne laiklikten, ne de bunların üstüne inşa etmeye çalıştığımız sosyalizmden/komünizmden söz açamazdık. Ancak her coğrafya aynı aşamalardan geçmediği için ve toplumbilim iki kere ikinin dört etmesi anlamına gelmediğinden, kâğıt üzerindeki hesaplar her zaman tutmuyor. Bizim coğrafyamızda henüz bu aşamaların hangisindeyiz, dahası Avrupa düz çizgisel bir ilerleme içinde midir, iyi tartışılmalıdır.

İnsanlığın ileriye doğru yol aldığı savı, bir temenni, kanıtlanamamış bir varsayımdır. Söz gelişi; ‘laiklik’ gereksinimi geçen yüzyıldan çok daha fazladır bugün tüm dünyada. ‘Aydınlanma’ fikri post-modern düşünürler tarafından çok sert eleştirilmesine karşılık, anlaşıldı ki düne göre çok daha değerlidir ve ulus-devlet fikri çöktü denmesine karşın, özellikle iktisadi krizlerle yeniden güçlenmiş görünmektedir.

Demem o ki; kavramları güncellemek ve yeniden yorumlamak zorundayız.

Bir ulusun bayrağının, miting meydanında olması ne anlama gelir?

Bir devrimcinin hiçbir sınıra boyun eğmesi, rıza göstermesi söz konu değildir. Ancak emperyalizm tüm vahşiliğiyle yoksul halkın kanını emiyorsa ve o halkın emekçisi çaresizliğini, tepkisini elinde tuttuğu bayrakta simgeleştiriyorsa, ona saygı duyarım. Devletin salladığı bayrak ile emekçinin elindeki bayrak arasındaki farkı yaşamın kendisi gösterir. Sarayın önüne çekilmiş bayrak ile Gezi’de dalgalanan arasında fark vardır. Grevden çıkıp gelen bir işçiye, “elinde neden bayrak var, kardeş bunları geçelim, biz devrimciyiz” demek insanı mizahi duruma düşürür. Esas olan o alın teri sahibiyle, aynı meydanda haykırmak ve boyun eğmemektir.

Bizim gibi köylülüğü tamamlayıp, kentliliğe yol almaya niyetlenmiş ama bir türlü becerememiş toplumlarda yıkıcı bir kasaba kültürü egemen olur. Parası cüzdanı şişkin ama kültürel gelişimi acınası bir burjuva oluştuğu için de, Özalizm dediğimiz tiksindirici post-modern liberalizm esir alır toplumu. O halde, bugün laiklik, cumhuriyet türü kavramlar için “burjuva” değerlere de ihtiyaç var. Bu da bize özgü yaşamın akışında açıkça ortaya çıkıyor. Sınıf kavgasını sağlıklı yapmak için bile, doğru dürüst bir kapitalizme gereksinim var. Oysa bizimki devletten beslenen, hırsızlama bir kapitalizm.

Mustafa Kemal tartışmasına gelince…

Bu ülkede öteden beri sürdürülen ve sonu İslami diktatörlüğe gelen yersiz tartışmaların birincisidir Mustafa Kemal’le ilgili olan. Cehalet o seviyededir ki, Mustafa Kemal’in bir neden değil, bir sonuç olduğunu bile görmezden gelir liberal ve gerici çevreler. Soru şudur; Mustafa Kemal’in inşa etmeye çalıştığı modern ulus-devlet şimdikinden daha mı kötüdür? Ya da sınırlı olanaklarıyla ayağa kalkmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratmaya çalıştığı yurttaş, şimdikinden ileri midir, geri midir? Mustafa Kemal’in olmadığı coğrafyalarda IŞİD cirit atıyor işte. Bu tür liberal savrulmalar yerine, her kişiyi ve olayı tarihsel olarak doğru yere oturtmak zorundayız.

Kuşkusuz Mustafa Suphi ve arkadaşlarının gittiği yol insanlığa yakışandır. Bunun gerçekleşmesi için nesnel olmak durumundayız. Eğer: Köy Enstitüleri kapanmasaydı, sosyalist gençler darağacında can vermeseydi, örgütlü toplum budanmasaydı, asker eliyle cemaatlerin/tarikatların önü açılmasaydı başka bir memleket olurduk. Geldiğimiz noktadan övünç duyacak halimiz yok. Ama daha düne kadar laiklik ilkesini ağzına almaktan çekinen kimi liberal, solcu çevrelerin yana yakıla bu kavrama tutunması bir hakikattir. Demokrat diye yutturmaya çalıştıklarının eline esir düştü koca halk!

Alevilerin, Kürtlerin sorunların yakıcı biçimde ortada durmakta… Bunu çözmek için yoksulun bayrağına, cumhuriyetçi aydınlanmaya, Mustafa Kemal’e sert eleştiri getirmek yerine; artık yaşamımızı alabildiğine daraltan bu İslamcı baskı düzenine yönelmekte fayda var.

Mesele açıktır: İyi bir aydın/devrimci önceliğini bilendir. Bunu beceremiyorsa kişi, ona şark tipi liberal denir, ondan da sağlıklı karar beklemek ahmaklıktır. (Bkz Yetmez Ama Evet cemaatine!)

Kaynak: Birgun.net