MUSTAFA DERMANLI

Dara, Mezopotamya’nın en önemli kentlerinden sadece bir tanesi. Mardin’e yaklaşık 30 km uzaklıktaki Dara, Oğuz Köyü içerisinde yer alıyor. Dara’da harabeler, zindan ve yeni yerleşim alanı var. Dara’ya vardığımızda elektrik olmadığı için zindana inilemeyeceği, biraz beklememiz gerektiği söylendi. Bu esnada biz de arkadaşlarımızla birlikte, köylü çocuklarının mihmandarlığında harabeleri ve eski kenti dolaştık. Yaklaşık bir saatlik tur sonunda da elektrikler gelmişti ve zindana indik.
Zamanında su deposu olarak kullanıldığı sanılan zindanın tabanına indiğimizde sütunların heybetine şaşırmadık diyemem. Zindan içerisinde sarnıçlar da vardı. Onun dışında pek de korunduğu, turizme katkı sağlayacak bir yer haline getirildiği söylenemez. Yerle ilgili bir rehber, bilgilendirme notuna da rastlayamadık. Yine de etraftaki köylülerden ve evrensel kaynaklardan edindiğimiz bilgilerle kafamızda oturtmaya çalıştık bu zindanı.

Çok dilli ve dinli Midyat
Hava güzel, zindanın içi haliyle buz gibiydi. Neyse yeniden yeryüzüne ayak bastık ve birer yorgunluk ayranı içmek için, köy içindeki derme çatma bir yere oturduk. Ama bol köpüklü, yağlı bir ayranla tüm yorgunluğumuzu attık diyebilirim.
İkinci durağımız olan Midyat’a doğru yola koyulduk. 1,5 saatlik bir yolculuk sonrası son dönem ülke dizilerinin doğal ve en bilinen seti olan Midyat’taydık. En az eski Mardin kadar güzel tarihi binalarla bezenmiş Midyat, Müslüman, Hristiyan ve Ezidilerin bir arada yaşadığı bir kent. Ayrıca bölgede çoğunlukla kullanılan Türkçe ve Kürtçe’nin haricinde Arapça ve Süryanice de sıkça duyacağınız diğer diller. Daha adımımı atar atmaz ilk düşüncem, kesinlikle bir günün Midyat için asla yetmeyeceği yönündeydi. Bu bir sonraki Midyat seyahatine sebep olacak, yaşasın!
Midyat Konukevi manzarası ve konumu en özel yerlerden bir tanesi. Yukarıda da bahsettiğim gibi dizi çekimlerinin başlıca lokasyonu burası olunca, rehberlerin ve turistlerin de gözde mekânı oluyor haliyle. Bu popülarite bir yana dursun, konukevinin her katını ziyaret edip, terastan da açık hava müzesi kıvamındaki Midyat’ı 360 derece gözlemek tatlıya meraklı bir insanın kaymaklı ekmek kadayıfı görünce duyduğu hissi uyandırıyor.

Hasankeyf keyifsiz!
Midyat merkezdeki evlerin şekli şemali ve sokak aralarının gizemi, kendinizi masal kahramanıymışsınız gibi hissetmenizi sağlıyor. Keşke Midyat’ta bir gece geçirecek bir planlama yapsaymışım, Mor Gabriel Manastırı’na da gidebilseymişim, Süryani şarabını bir de burada içseymişim, akşam serininde üşüseymişim ve burada saatlerce yürüseymişim dedim durdum.
Günü bitireceğimiz son yer ise ne yazık ki yavaş yavaş sular altında kalmak üzere olan Hasankeyf’ti. Ilısu Barajı sebebiyle, geçmişi en az 6 bin yıl öncesine dayanan Hasankeyf ne yazık ki sular altında kalıyor. Öyle bir medeniyet ki Sümerler’den Akadlar’a, Persler’den Bizanslılar’a, Abbasiler’den Selçuklular’a, Moğollar’dan Osmanlı’ya ve günümüze uzandı, ama vahşi kapitalizme direnemedi! Bunca yıl süregelen mirasın üzerine, baraj suyu dolduran ülke ve millet olarak da tarihe altın (!) harflerle geçeceğimiz kesin. Yazık.

Mezopotamya’nın can damarı Dicle’nin içinden geçtiği Hasankeyf’i genç rehber arkadaşımız Bilal sayesinde geziyoruz. Mağaralara yürüyoruz, yakında ne yazık ki sular altında kalacak kente tepeden bir bakış atıyoruz, cami avlusunda genel bir bilgilendirme alıyoruz. Yorgunluk kahvelerimizi ise zamanında Doğa Derneği’nin Doğa Evi olarak kullandığı, şu anda da Ömer abinin işlettiği bir ‘mağara’da içiyoruz. Biraz muhabbet, çokça hüzün doluyoruz.

Buruk ve şaşkınım
Kentin hemen dışına yeni ve modern (!) bir Hasankeyf inşa etmiş devlet. İstimlak ve bir nevi baskılarla evlerini terk edenler oralarda yeni hayatlarına geçmek zorundalar. Oysa birçoğunun hayatlarından memnun olduğunu, bu duruma direndiklerini ama artık yapacak pek de bir şey kalmadığını konuşuyoruz. Hasankeyf’te olduğumuz için mutlu, bu hikâyeye ortak olduğumuz için buruk, bunca yıldır medeniyetlere ev sahipliği yapan Mezopotamya’nın sihirli kentine layık gördüğümüz muamele sebebiyle de şaşkınım.

Kaynak: Birgun.net