Geçen hafta sonu Viyana Havalimanı’ndaki elektronik bilboard’larda yayınlanan “Türkiye’de 15 yaşın altındaki çocukların cinsel ilişkiye girmesine izin veriliyor” yazısı kriz yarattı. Benzer bir mesaj da İsveçli Bakan’dan gelince yeni bir gerilim ortaya çıktı.

Yandaş, bir hafta düşündü, taşındı, haberi patlattı. Haber, misilleme coşkusuyla Atatürk Havalimanı’ndaki panolarda parladı: “Tecavüz ülkesi İsveç!”

Contadan damacanaya türlü ‘seks ikonuna’ hallenen, siyasetin tepesinden inip Ensar’ın önüne yatan, kamplarda sığınmacı çocuğun bedenine 1 TL fiyat biçen, sokak ortasında cinsel yönelimlerinden ötürü insan yakan ‘Müslüman toplum ve temsilcileri’ rahatladı.

Evet, İsveç tecavüz ülkesi ama…

Herkes şöyle bir gerindi, hatta rehavete kapıldı. E haliyle sadece antin kuntin icatlar yapan bilim insanlarıyla değil, tecavüzleriyle de ünlü İsveç de titreyip kendine geldi! Sadece onlar mı? Fransa, Avusturya, Danimarka ve Amerika da öyle! Çünkü havalimanıyla birlikte ‘detaylı araştırmaları’ kapsayan haberlerde yer alan ‘top on’ tecavüz sıralamasında hepsinin adı vardı.

Gerçekten ‘tecavüz sıralaması da oranlar da’ doğruydu. Ne var ki cin fikirli, aslan yürekli, berrak zihinli, rövanş meyilli medyamız can sıkıcı bir gerçeği atladı.

‘Maalesef’ Avrupa ve Amerika’daki tecavüz oranlarının yüksek olmasındaki sebep buralarda yaşayan Müslüman sığınmacılardı! Bununla birlikte yaşanan skandalları dürüst bir şekilde ‘raporlama’, gerçek verilerde etkili oluyordu. Sözgelimi; İsveç’te reşit sayılmayan bir çocuğun başı okşansa, bu fiili gerçekleştirenin ‘suç hanesine’ yazılıyordu.

Sebebi neydi ki?

Yüzleşmek yerine, çamuru başkasına sıvayarak işten sıyrılmak eski, ilkel bir insan ve toplum hastalığı. Kabullenmek ve çözüm aramak değil, yansıtıp sıyrılmak tedavinin de reddi!

‘Kabullenememe arızası’, sadece suçta değil yönelimlerde de kendini belli eden yıkıcı, yakıcı bir rahatsızlık!

23 yaşındaydı, transseksüeldi, seks işçisiydi… Tecavüze uğradı, dövüldü, öldürüldü ve yakıldı. Hande Kader… Cinayetin ‘Özgecan Arslan’ ile benzer ve farklı tarafları vardı. Hande’nin vahşice öldürülmesi ayrıca nefret suçuydu. Sanki otoban kenarında müşteri bekleyen trans bireyi önce öpmeye, sonra dövmeye çalışmak hastalığının daha ağır bir tezahürüydü! Cinsel yönelimlerini kabullenemeyen vahşi, bir trans kadına meylettiği için gerçekte, bilinçaltında kendini mi yakmıştı?

Büyük olasılıkla!

Ensar’a öyle, LGBTİ’ye böyle…

Bozulmuş, bozuk, gitmeyen ülkede ‘görmezden gelme’, ‘kabullenememe’, ‘topu taca atma’ ahlaksızlığı ve kolaycılığıyla yeni bir toplum yaratıldı, yaratılıyor. Çocuk tecavüzleri, çocuk gelinler, kadın cinayetleri ‘siyaset eliyle’ hafife alınırken, yine siyaset diliyle ‘ötekine’ nefret yayılıyor.

Sadeleştirelim…

Ensar Vakfı’nın üstü kapatılırken, LGBTİ yürüyüşü ‘ramazan diye’ yasaklanıyor. Tam Türk-İslam sentezine uygun bir dengesizlik!

İşte bu yüzden nefret de politik!

‘Bu politik coğrafyada’ ve ikiyüzlü ahlak anlayışının tam ortasında ‘ruh hastası’ birey yetişiyor. Hande’ye, Ayşe’ye, Candan’a önce tecavüz ediyor, sonra dövüp yakıyor.

‘Yaratılan’ ikiyüzlü toplum ‘suçta’ kendini reddederken, buradan çıkan hastalıklı kişi de önce trans kadını yakıp sonra bağırıyor: Ben eşcinsel değilim!

“Türkiye’de 15 yaşın altındaki çocuklara istismar yok, bunu yapan İsveç.”

“Ben eşcinsel değilim!”

Hadi be oradan!

Kabul et ki; istismarcı olma!

Kabullen ki; insan yakma!

Kaynak: Birgun.net