Tolga Aras

Cinsellik, insan yeryüzünde var olduğu ilk günden bu yana tartışıldı; kimi zaman alaya alındı kimi zaman bir tabu kabul edildi, en çok da konuşulması sakıncalı ve tehlikeli bir mevzu sayıldı. Günümüzde böylesi durumlar azalarak sürüyor ama yine de karanlıkta bırakılıp önyargılara kurban edilen konular ve doğru bilinen yanlışlar var. Bu gibi açmazlar üzerinde çalışanların sayısının artması elbette umut verici. Onlardan biri olan Ghislaine Paris, psikanaliz uzmanlığı bulunan bir seksolog ve doktor. Çok uzun zamandır cinsel danışmanlık yapan ve buradan elde ettiği deneyimleri kitaplaştıran Paris’in “Arzuya Kavuşmak” alt başlığı taşıyan Cinselliğin Önemi isimli kitabı Türkçede.

Paris’in, kitaba başlarken cinselliğin hâlâ tam olarak anlaşılamadığını ve geçmişten bu yana benzer şikâyetlerin (isteksizlik, haz sorunu vb) sıralanmaya devam ettiğini söylüyor. Paris, mevcut yakınmaların “Cinsel Kıtlık” başlığı altında toplanabileceğini vurgularken ilginç bir belirlemede bulunuyor: “Yaşam biçimlerinin özgürleştiği ama aynı zamanda erotizmin aşırı sergilendiği bir çağda merak uyandıran bir fenomen bu!” Başka bir deyişle görünürlüğü kadar gizlenen de bir gerçeklik.

Paris, insanların mutlu ve sorunsuz bir cinsel hayatı varmış gibi davrandığını, çıkmaza girdiğini hissedenlerin çok azının terapiste gittiğini not ediyor.

Herhangi bir cinsel sorunun başarısızlıkla eşleştirilmesi ise Paris’in karşılaştığı en bilindik açmaz ya da atlamada zorlanılan bir eşik. Romantik ve erotik kurguların, bu fikrin gelişmesinde önemli rol oynadığını söylüyor yazar. Bunun üstüne tüy dikense pornografi. Romantizm ve pornografinin iki uç nokta haline geldiği düşünülürse cinsellik, tutkuyla mekaniklik arasında salınıyor.

Paris, bu salınımın baş nedeninin cinsellikle ilgili ikiyüzlü tavır olduğu kanısında. Ayrıca günümüzün hızlı yaşam biçimi cinselliğe de bulaşınca “sonuç odaklı zorunluluklarla” (sık ilişkiye girme, mükemmel ereksiyon ve orgazm isteğiyle) yüzleşmek durumunda kalıyoruz. Paris’e göre bu süreç, zevki ve arzuyu zorunluluk haline getirmekten ibaret.

Kirletilen, bastırılan ve hatta şeytanlaştırılan cinselliğe hak ettiği değeri vermek, yazarın üstüne gittiği asıl mevzu. Geçmişin kalıntıları, utançları, bilinçaltına itilen sorunlar, suçluluk, yüzeysel bakış açısı ve iğrenme gibi unsurlar, Paris’in belirttiği cinselliğe hak ettiği değeri vermeye ket vuruyor. Hepsinden öte, arzu temelli bir tatmini öteliyor.

Paris, meslektaşlarıyla birlikte hep aynı noktaya; bilinçlenmeye yoğunlaşarak sorunları aşmaya uğraşıyor. Cinselliğin seksten daha fazlası olduğuna insanları ikna etmekle başlayan bu süreç, aynı zamanda kültürel bir adım. Eksikliklerin ve sınırların bilinmesi, anlaşılması ve ilişkiye uyarlanması önemli bir başlangıç anlamına geliyor. Hatta öyle ki bunun başarılması, utancı, korkuları, şiddeti ve sapkınlığı engellemede hayati bir yere sahip. Paris, az önce bahsi geçen bilinçlenmeye “davranış değişikliği” diyor ve bunu kitabında hayal ürünü Karine karakteri üzerinden okura sunuyor.

Karine ile kurgu seanslar gerçekleştiren Paris, üzerinde konuşmanın hayli zor olduğu cinsellikle ilgili ağır ağır ilerliyor. Tabulardan özgürleşmeye, oradan da medyatik seks diyaloglarından doğan sıkıntılara ve cinselliğin zevkten ibaret olmayıp arzunun ön plana alınması gerektiğine varan bir yolculuğa çıkıyorlar.

Paris, bundan sonraki aşamada cinselliğin, kimliğin kuruluşundaki önemine atıf yapıyor. Daha doğrusu, anlattırdığı hikâyelerle Karine’ye bunu keşfettiriyor. O hikâyenin içinde ergenlik, ilk deneyim, karşı cinse bakış, kültürel kodlamaların varlığı, öğretilen ve belletilen “kurallar” ve olgunlaşma gibi duraklar mevcut. Olgunlaşma konusunda Paris’in bir dipnotu var: “Olgun olmak, aynı zamanda cinsel güdülerin varlığını tanımak ve onların pornografi ve romantizm arasında nasıl yönetileceğini bilmektir.”

Adı geçen olgunluk, duyguları tanımayı ve aşkı yaşamayı da beraberinde getiriyor. Paris, aşkı yaşamayı sağlayan şeyin ise bizi bağımlılıkla bağımsızlık arasında bırakan ve yaşam enerjisi sağlayan cinsellik olduğunu unutmamamız gerektiğini belirtiyor.

Paris, cinsellik-yaşam bağını vurgularken onun bir taraftan gerçek, hayal ve sembolik olan arasında bir köprü görevi gördüğünü söyler. Bedensel ihtiyaçtan arzuya da o köprüden geçerek erişilebilir. Bu geçişin şiddet eğilimini törpülediği ve halis bir heyecana kapı araladığı da bir gerçek. Söz konusu törpülenme, iki taraftan birinin diğeri üzerinde cinsellik temelli iktidar kurmasına da izin vermeyerek ilişkiyi düzenler.

Paris’e göre cinselliğe dair yanlış bilgiler ve inançlar, insanların birbirine bakışını etkileyen önemli sorunlardan. Bu nedenle cinselliği tanımanın, kendimizi tanımak; cinselliğe hak ettiği değeri vermenin de hayatımıza değer vermek olduğunu savunur yazar. Kitabında anlattıklarının bu yüzden dikkatle okunması ve yaşamda uygulanması gerekiyor. Yazar, böyle bir adım atmamızın zorunlu olduğunu düşünüyor.

Kaynak: Birgun.net