Dokuz günlük bayram tatili için bütün uçakları hınca hınç doldurmuştuk.

Dünyanın en gösterişli tüketim kitlesi namıyla çöken iç turizmi kıpırdatma telaşıyla bu tatilde 30 milyon kişinin yer değiştireceği tahmin ediliyordu...

Ayrıca yeni bayramlık teknoloji kiti; drone, ATV ve MOBESE sistemi yardımıyla caddelere kaçan kurbanlarımızı yakalayabilecektik!

Bayramda geçiş ücreti alınmayan ama kamu kaynakları tarafından finanse edilmiş ve işletme geliri 49 yıllığına hazine garantili beton köprüler ve otoyollardan bir gün önce ÖTV’si zamlanmış benzin dolu araçlarla uzun trafik kuyrukları da oluşturmuştuk...

15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası İstanbul’da hazineye devredilen yeşil askeri arazilerde eş anlı başlatılan yangınlar yeni kent toprağı rantını işaret ederken, otoyollardaki kitlesel mobilizasyon durma noktasını yakalamıştı.
Yine sırtına denetimden muaf, sermayeye sorgusuz sualsiz aktarılacak ‘paralel hazine’ varlık fonu ve emeklilik hakkını ‘finanslaştıran’ BES uygulaması yüklenmiş, toplum olabilme ve kalabilme yeti, ortak değer ve etik bağları derin yaralı kitleler halinde ‘uzun ruh ve zihin tatilimize’ devam etmeye kararlıydık...

Birbirimizle kuramadığımız insani köprülerin yerini beton yığıntısı köprülerle ikame etmeyi öğrenmiştik.

Son bir yılda hâkim ‘kaos, terör, darbe’ ikliminde köklenmiş devasa ölüm salkımına dizilmiş bine yakın insan, travma ve kayıplarıyla baş etmeye çalışan yakınlarını arkamızda ‘yüzü ve adı olmayan sistem zayiatı’ gibi bırakmayı öğrendiğimiz gibi öğrenmiştik.

Yorgun gölgeler olarak hareket etmeliydik ve eğer ki işi olmayan geleceğini kaybetmiş bir gencin intihar teşebbüsüyle ‘durdurulursak’ selfiemizi alıp hep bir ağızdan “atlayacaksan atla” diye tempo tutmalıydık.

Başkasının ölümü, işsizliği, yakıcı umutsuzluğu ve hak gaspı bizi ağır suç ortaklığımız ve failliğimizle doğrudan yüzleştirdiğinden olsa gerek ‘ölümü’ o anlarda daha yüksek sesle çağırırdık.


Sonra 20 aylık bir kız çocuğunun, şehitlikte Mart ayında kaybettiği babasının resmine kendine öptürmeye çalışması ‘acının reytingi’ halinde ekranlara servis edilebilirdi.

Ama Gaziantep’de kına kutlamasındaki IŞİD’in canlı bomba saldırısından geriye kalan, fosforlu çizgili, yanmış çocuk ayakkabısının tekinin sahibini merak edemezdik.

Nasıl olsa PKK saldırılarında şehit edilen 48 kamu görevlisi, iş cinayetlerinde maliyet düşüren ihmallerle devletin kaydını tutmadığı ucuz emekçi gibi gazetelerinin iç sayfalarına yerleştirilmesi ve titizlikle hamasi manşetlerden indirilmesi boşuna değildi.

Çünkü 15 Temmuz’da ‘ağır devletleşme’ fetişizmiyle malul İslamcı çarpık örgütlenmenin TSK bünyesinde giriştiği kalkışmanın ve ordunun altüst oluşunun akabinde Türkiye, ABD’nin düzenli kara gücü gibi Suriye ve Irak’ın içlerine doğru itilirken, darbecilerin bombaladığı Meclis’e ve yürürlükteki Anayasa gibi hatta ‘milli mutabakat ruhuna’ bile gerek kalmadan ‘yeni rejim’ OHAL KHK’larıyla inşa ediliyordu.

En son ‘kopyacı’ KPSS kuyruklarında yıllarını tükettikten sonra MEB tarafından Güneydoğu’ya atanmış 11 bin 285 emekçi öğretmen yine MEB’nın marazi ‘şüphesi’ üzerine; kadim ihbar ve solcu, Alevi muhalif fişleme kültürümüzden referansla yönü kamuda FETÖ’cüden muhaliflere doğru saptırılmış ‘büyük tasfiyenin’ önüne katılırlarken, FETÖ’nün siyasi iktidarla iç içe geçmiş örgütsel üst kadro ve şeması bir ‘sır’ gibi saklanıyordu.

Sistemin bütün stratejik kurumlarını ele geçirmiş, kabuk devlet çatısı altına yerleşmiş İslamcı örgütlenmenin temel doktrini ‘devleti ele geçirme takıntılı İslamcılık’ karakteri FETÖ’nün okullarına, toptan imam hatip tabelası asılırken, bilimin kamu yararına bilgi üretmek olduğu etik sorumluluğuna sahip Kocaeli Üniversitesi akademisyenleri hak-emek-insan odaklı, dünya literatürüne geçmiş bilimsel çalışmalarıyla akademik yuvalarından uzaklaştırılıyordu.

Ayrıca “Türkiye Cumhuriyeti’nin İslami iddiasını reddetmek, terk etmek tehdidi taşıyan laiklik vaveylası büyüyor” diyerek eğitim alanının tamamen İslamcı Eğitim alanı haline getirilmesi adına ‘açığa alınan’ 11.285 öğretmenin 9.483’ünün laik ve demokratik eğitimi savunan Eğitim Sen üyesi olması altın vuruş olsa gerekti.

Bize gelince on bin açığa alınmış öğretmen ve yetkin bilim insanımıza karşı yokmuş gibi yaptığımız ahlaki sorumluluğumuz bir yana elbette Zonguldak’ta gördüğümüz üzere laiklik; plajda mayo, akıllı telefon ve bayrak donanımlı PR’cı parodik gösteriyle savunulmayacak kadar çocuklarımızın geleceği adına vazgeçilmez ve ilkesel borcumuzdu...

Kaynak: Birgun.net