ERK ACARER [email protected]

Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinde operasyonlar bitse de çatışmaların yoğun olarak yaşandığı mahallelerde üç ayı aşkın süredir sokağa çıkma yasağı sürüyor.

Sözüm ona abluka kaldırıldıktan sonra Diyarbakır’a ilk gelişimiz. Kentte, 5 Nisan Avukatlar Günü vesilesiyle düzenlenen Tahir Elçi anması için bulunuyoruz. Bir kez daha bölgede yaşanan maddi ve manevi yıkıma böylece tanık oluyoruz. Diyarbakır’da birkaç şey konuşuluyor; yoğun işsizlik, gelecek kaygısı ve ‘acele kamulaştırma kararı’.

‘Kimin payı varsa öfkeliyiz’
Esnaf olanları tek kelimeyle özetliyor: “Yıkıldık!” İçlerinden biri; “Şükür canımız sağ henüz ancak beş yıl toparlanamayız” diye anlatıyor. Sur’un 15 mahallesine hâlâ giriş yok. 2015 nüfus verilerine göre 49.711 kişinin yaşadığı Surçi’nde hiç kimse bulunmuyor. Üç aydır evlerine dönemeyenler anlatıyor: “Bir iğne alamadan ayrıldık. Belki de hiçbir zaman evlerimize dönemeyeceğiz. Kendi yurdumuzda göçmen olduk. Sur’da gece gündüz iş makineleri çalışıyor. Yıkılan bizim evlerimiz mi değil mi bilemiyoruz. Bu çatışmada tüm sorumlu olanlara karşı öfke doluyuz.”

Polis: Biz de bıktık
Halk bir an önce Sur’a girip evlerinin ne halde olduğunu görmek istiyor. Ancak güvenlik gerekçesiyle buna izin verilmiyor. Elçi’nin vurulduğu yer olan Dört Ayaklı Minare’den üç sokak önce kurulan bir polis bariyerinin önünde bir emniyet görevlisiyle konuşuyoruz: “Biz de bıktık” diyor. “Çatışmanın nasıl başladığını biliyoruz. Ancak devlet görevlisiyiz!”
Şehrin her yerinde zırhlı araçlar bulunuyor. Giriş ve çıkışlarda kontrol yapılıyor. Şehir içinde de sık sık GBT sorgulaması var; nasibimizi alıyoruz. Dört Ayaklı Minare’nin karşısında genç bir polis yanımıza yaklaşıyor. Çevik kuvvet. GBT işlemi yapılırken, ‘olduğu kadar’ sohbet ediyoruz. Emniyet görevlileri 12 saat nöbet tutuyor. Bıkkınlık gözleniyor. Zaten bunu dile getiriyorlar: “Kamu görevlisi olmasak konuşacak çok şey var”. Şiddet ve ölümler... Konu buraya geliyor. “Hiç kimse ölmesin...” Polis o ‘öğretilmiş’ karşılığı veriyor: “Biz ölmüyoruz şehit oluyoruz zaten, Türk’sek buna inanmalıyız!”

Buruk bir anma
Sur’da Tahir Elçi anmasına da izin yok. Ancak sokağın başına kadar gidebiliyoruz. Başbakan Davutoğlu’nun miting yapmasına izin verilirken, Diyarbakır Barosu’nun anması ‘güvenlik gerekçesiyle’ engelleniyor. Sokak girişinde ve Elçi’nin vurulduğu yerde açıklama yapılıyor. Diyarbakır Barosu temsilcileri özetle şunları dile getiriyor: “Tahir Elçi, herkesi barışa davet etti, yaşamını yitirdiği gün bile dileği bu oldu. Maalesef başkanımızın canını verdiği barış çabaları karşılıksız kaldı ve çatışmalı süreç kent merkezlerine de sıçradı. Elçi’nin katledildiği günden hemen sonra, bölgede 90’lı yılları aratmayacak uygulamalarla büyük bir kaos ortamı yaratıldı. Bu süreçte 7 ilimize bağlı 22 ilçede 1.642.000 yurttaşı etkileyecek şekilde 64 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak bazı yerlerde hâlâ devam ediyor. Ne yazık ki bu süreçte binlerce insanımız yaşamını yitirdi, yüzbinlerce insan zorunlu göçe maruz bırakıldı ve çatışmaların yaşandığı yerlerde ağır tahribat oldu.”
Açıklamada bir an önce yeniden barış sürecine dönülmesi gerektiğini belirtiliyor: “Elçi aramızda olmadığı ve çatışmalı süreç devam ettiği için buruk kutladığımız 5 Nisan Avukatlar Günü’nde de aynı şeye dikkat çekiyoruz: Adalet olmadan gerçek barış sağlanmaz.”
Açıklamanın hemen ardından, Diyarbakır Barosu Başkanı’yken katledilen Tahir Elçi’nin vurulduğu yere yakın bir noktaya karanfiller bırakılıyor. Eşi Türkan Elçi’nin bu sırada fenalaştığına şahit oluyoruz. Türkan Elçi, gözyaşlarına boğuluyor. Öte yandan bir anma ve buruk kutlama da Tahir Elçi’nin mezarı başında yapılıyor.

***

Nüfus mühendisliğine soyundular
Anmaya katılanlar arasında CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve HDP’li Mithat Sancar da bulunuyor. İki vekile Diyarbakır’ın en çok konuştuğu acele kamulaştırma meselesini soruyoruz. Tanrıkulu durumla ilgili net bir yorumda bulunuyor: “Rantçı inşaatçılar cirit atıyor. Bölgeyi şimdiden gözlerine kestirmişler.”

Sancar ise bir başka önemli konuya dikkat çekerek; “Bizim özellikle birkaç kaygımız var” diye anlatıyor: “Bölgeyi TOKİ aracılığıyla yandaşa peşkeş çekmek istiyorlar. Bunun için sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.”
Sancar; mücadele edilmesi gereken ikinci tehlikeden de söz ediyor: “Bir diğer kaygımızsa mülteci anlaşmasıyla Türkiye’ye iade edilecek grupların başka amaçlarla kullanılarak, nüfus mühendisliği projesine soyunulması. Devletin geleneği ve aklında böyle bir yöntem hep olmuştur. Sözgelimi 1970’lerde Afganistan’dan getirilen gruplar özellikle Ceylanpınar, Antakya ve Amikovası civarında istihdam edildi. Bugün de aynı oyunu Suriyeliler üzerinden oynamak istiyorlar. Elbette bu insanlara sahip çıkmalıyız. Ancak onların politik hesaplar için kullanıldığını görüyoruz. Bu onlar için de yeni bir mağduriyet, hakaret ve haksızlık alanı yaratacaktır. Hassas bölgelere sığınmacı yerleştirmek gibi bir planları var. Rojava’nın Türkiye kısmında kalan yerler tercihleri. Amaçları sığınmacılar üzerinden gerilimi canlı tutmak ve Rojava’yı taciz etmek.”

Kaynak: Birgun.net