“Uzlaşı” liberallerin pek sevdiği, içerikten giderek yoksunlaşan tuhaf bir sözcük. “Milli İrade”, “Barış”, “Bayrak”, “Vatanın Milletin Bölünmez Bütünlüğü” türü kavram, olgularda olduğu gibi, bolca hamaset içerir oldu “uzlaşı” sözcüğü de! Kimse önüne gelenle dalaşalım demiyor elbet, lâkin hangi konuda, ne tür ilkelerde uzlaşıldığı doğrudan siyasetin konusudur. Eğer toplumla paylaşılmazsa buna uzlaşı değil, dayatma denir.

Büyük kitleler ağırlıklı olarak düşünceyle değil, duygu ve dürtüyle hareket eder. Çeşitli kutsallarla toplumu biçimlendirmek her daim mümkündür. Hele de, toplum büyük bir saldırı altındaysa, çok yönlüyse bir de bu durum, “Olağanüstü Hal” koşulları yaratılmış olur. O(hal)de büyük birliktelik için susmak gerekir, öyle mi? Doğrusu ben tersini düşünenlerdenim. Bu türden bunalım dönemlerinde hakiki sorular sormak, yeni dönem kurgulanırken sağlıklı müdahale etmek gerekir.

Anlaşılan o ki, 15 Temmuz Cunta Kalkışması başarılı olsaydı, şu an toplama kampları kurulmuş ve koca memleketin insanları bir vaizin elinde oyuncak olmuştuk. Herhangi bir ruh hekiminin uzaktan kolayca tanı koyabileceği bu kişilerden Ortadoğu’da bolca var. Büyük kitlelerin bu tür meczuplara hayranlık duyması, iktidara taşıyıp kul olması yeni değil. Sorun şu ki, bizim memleketimiz bu konuda hayli yol aldığını umduğumuz bir süreci götürüyordu. Gördük ki bilanço ağır! Toplum büyük bir hastalıkla kıvranıyor.

“Devlet Adamı” kavramı da benzer aşınmışlığı taşıyor. Devletin büyük çıkarları için susan, tavır almayan kimselere sorumluluk sahibi muamelesi yaparsanız, yakında soluk alacağınız bir parça toprağınız kalmayabilir. Hele de bizim bölgemizde. Ağır yaralı olan memleketimiz, bölgemizin yeniden biçimlenme sürecinde, çok büyük bedel ödüyor. Toprağımız her gün çocuk kanıyla sulanırken, mafyavari hesaplar gözümüzün önünde görülürken, cihatçı çeteler artık mahallelimiz olmuşken; sahi bu devlet adamları ne konuşuyor kendi aralarında?

Bahçeli ve Kılıçdaroğlu fiili başbakan yardımcısı oldular. İşin tuhaf yetkileri, makamları yok. Gel deyince geliyor, git deyince gidiyorlar. Oysa şu soru gündemde; madem böylesi bir uzlaşı kültürü vardı, neden haziran seçimlerinden sonra doğru dürüst bir koalisyon hükümeti kurulamadı? Ya da madem uzlaşma becerisi vardı da neden meclis başkanlığı, aynı dönemde altın tepside AKP’ye verildi?

Bu günlerde gazetecilik pek kolay malum! FETÖ’ye salla, ekranı bakanlar kurulu geçit törenine döndür; bedavadan hem muhalif oluyorsun, hem de kimse sana ilişmiyor. Size bir sır vereyim; ölmüşüz de ağlayanımız yok

Daha kolay sorularımızda var elbette. Mesela; FETÖ denen yapılanmanın bunca palazlanmasında şu an ki iktidarın payı nedir? Halen AKP kadrolarının kaçta kaçı FETÖ’ye aittir? Mesela, “Barış Süreci” denen tuhaf zaman diliminde ne konuşulmuştur da, bir anda masa dağılıp, tüm memleket kan gölüne dönmüştür? Suriye ile neden düşman olunmuş, cihatçı çeteler palazlandırılmış ve şimdi bundan vazgeçilmiştir ve yeniden Esed, Esad olmak üzeredir?

Bir diğer acayiplik, bu iki fiili başbakan yardımcısı, madem bir görev yapıyorlar, niye bunu resmiyete döküp, sorumluluk almazlar? Madem güç süreçte görevden kaçmıyorlar, o halde ilişkinin adını koymak gerekmez mi? Böylece bir denetim mekanizması kurulmuş olmaz mı hiç değilse?

Bahçeli’yi anlıyorum bir nebze. Hem siyasal olarak AKP ile tek parti olmasında pek sakınca görmüyor olabilir, hem de kaybetmek üzere olduğu partisine yeniden sahip olduğu için, bunun sevinciyle güle oynaya gidebilir o toplantılara. Peki ya Kılıçdaroğlu neden muhalefete uygun bu süreçte toplumun sesi olamıyor?

İki başbakan yardımcısının kulağına erken seçim fısıldanmış görünüyor. Üstelik erken seçime yerel yönetimlerin de katılması kuvvetle muhtemel. AKP, içindeki FETÖ yapısından başka türlü sıyrılamayacağını düşünüyor ki haksız da değiller. Peki, ama Kılıçdaroğlu’nun oyun planı ne? Anlayan varsa beri gelsin… Hemen yakınında duran sağcı kafalı, liberal ve “yarın bana da uygun bir saltanat koltuğu düşer” beklentisinde olanlardan akıl alıyor sanırım/biliyorum. Yenikapı’ya gitmesi için bastıranlar da onlardı. Gizlendiklerini sanıyorlar ama herkes biliyor tartışmaları.

Muhalefet hesap sorma eylemidir. İçinde bulunduğumuz sürece nasıl gelindiğinin hesabını kim soracak? Tek adam düzeninin en sert günlerinden geçiyoruz. IŞİD can havliyle saldırıyor halkımıza, FETÖ devleti ele geçirmiş meğer haberimiz yok(!), PKK her fırsatta barışı bombalıyor, doğru. Doğru da bu zemini kim yarattı, sormayacak mı Kılıçdaroğlu? Cümle âlem laikliğin önemini anlamışken, sosyalistlerin tüm tezleri haklı çıkmışken hala İhsan Özkes çizgisinde ısrarın anlamı ne?

Sorumuz çok olmasına çok da, yazık ki at izinin it izine karıştığı günlerden geçiyoruz. Bu günlerde gazetecilik pek kolay malum! FETÖ’ye salla, ekranı bakanlar kurulu geçit törenine döndür; bedavadan hem muhalif oluyorsun, hem de kimse sana ilişmiyor. Size bir sır vereyim; ölmüşüz de ağlayanımız yok.

Kaynak: Birgun.net