Haftanın filmlerinde baba sorununun ortak bir tema olduğunu düşünüp bir başlık altında toplamaya karar verdim

Korku Seansı 2
Baştan söyleyelim: Korku Seansı 2 bilim karşıtı, din (Hıristiyanlık) ve safsata yanlısı gerici bir film. Sırf bu nedenle sınıfta kalır ama dahası da var. O kadar bildik bir hikâye anlatıyor ki. Küçük kıza bir iblis musallat olur. Paranormal konuların uzmanları olaya müdahale ederler ve olaylar gelişir. Sonunu söylemesem de siz tahmin edersiniz. Özellikle Exorcist'i seyretmiş iseniz.

Peki, bu hikâye başka ne anlatıyor olabilir? Kötü cinin ya da iblisin musallat olduğu aile klasik bir aile değil, eksik bir aile. Bu ailede baba yok. Anne ve dört çocuğu İngiltere standartlarında yoksul bir hayat sürüyorlar. Dönem demir lady Thatcher'ın dönemi. Bütün İngiltere'ye daha doğrusu Birleşik Krallığa musallat olan iblis de Thatcher.
İblisten muzdarip olan, ailenin tam ergenlik yaşındaki kızı Janet (Madison Wolfe). Kızın bir geçiş döneminde oluşu, cinsel olgunlaşmasının yeni başlamış olmasının bir önemi var. Janet'in bir özelliği daha var: Babanın evi terk etmiş olması en çok Janet'a koymuş. Janet'in kadınlığa geçerken erkek modeli olarak işlevsiz, evi terk etmiş bir baba figürüyle yola çıkması, onun ruh sağlığını derinden etkiliyor olmalı.

Şeytan çıkarmada kilidi açan anahtar, iblisin adını ifşa etmeye zorlanması oluyor. İblisin adı konulduğunda sorun da çözülüyor. İblis güçten düşüyor ve cehenneme geri çekilmek zorunda kalıyor. Filmlerden öğrendiğimiz şey bu. Bu süreci psikoterapiye benzetmek mümkün. Psikoterapide de sorunu tanımlayabilmek, çözümün yolunu açan şey. Velhasılı kelam, korku filmlerinin, özellikle de Korku Seansı'nın anlattığının böyle bir hikâye olduğu da söylenebilir. Babasız bir ergen kızın bunalımlarının tedavisi... Şeytan çıkarılmasındansa, psikoterapi ehveni şer.

Belgica
Belgica (Beljika okunuyor) filmin başrolündeki barın adı. Barı işletenler iki erkek kardeş. Genç olanı disiplinli ve daha iş odaklı. Büyük kardeş ise iş bitirici özellikleri olan ama nihayetinde sorumsuz ve uçkuruna düşkün biri. Büyük kardeş evli ve çocuklu, küçük kardeş ise film boyunca bir ilişkiye başlıyor ve bitiriyor. Belgica iki kardeş arasındaki sevgi/nefret ilişkisini çok derine inmeden anlatırken, gece hayatının renkli bir tablosunu da çiziyor. Ama fazla uzun ve buna rağmen yüzeyde kalıyor.

Bu filmin de olmayan bir babası var. Kendisi yok ama ruhuyla filmde. Küçük kardeşin abisini babası yerine koyduğu, işler kötüye gittiğinde ve ilişkileri bozulduğunda açığa çıkıyor. Abisine "tıpkı babam gibi, sorumsuzsun" diyor küçük kardeş. Ve babasına duyduğu öfkeyi abisinden çıkarıyor. Bu ana kadar makul biriyken, acımasız bir işadamına dönüşüyor. Abisinin sevgilisini gözünün yaşına bakmadan işten atıyor ve ortaklık bozulunca abisinin kayıt dışı harcamalarını paylaşım hesabına katmamakta direniyor. Bütün bunları doğrusu seyirci beklemiyor çünkü o zaman kadar gördüğümüz anlayışlı bir tip olduğu. Açıkçası ben tek bir şey düşünebiliyorum: Ödipal karmaşası harekete geçiyor ve babası yerine koyduğu abisine ölümcül bir savaş açıyor. Küçük kardeşin kendisinin de baba olamayışı söz konusu. Sevgilisi, ondan bunu esirgiyor. Sanki "sen hiçbir zaman baba koltuğuna oturamazsın, hep küçük çocuk kalacaksın" der gibi...



Fırtınalı Hayatlar
Firtınalı Hayatlar'ın orijinal ismi Genius yani Dahi. Dahiyle film aslında başroldeki iki karakteri birden tanımlıyor: Colin Firth'ün canlandırdığı editör Max Perkins ve yazar Jude Law'un canlandırdığı Thomas Wolfe. Editör Perkins, Wolfe'un hiç bir yayınevinin yayımlamadığı el yazmalarını dikkatle okuyor ve onları yeniden yapılandırıyor. Kaostan, çok satar kitaplar üretiyor. Tabii Wolfe'un metni olmasa bu mümkün değil ama Perkins'in katkısı olmasa da mümkün değil. Ya da film bize hikâyeyi böyle sunuyor. Aslında Perkins de yaptığı işin ne derece doğru olduğundan kuşkulu. "Orijinal bir sesi bastırıp, başka bir şeye mi dönüştürüyorum, buna hakkım var mı?", diye tasalanıyor.

Jude Law'un abartılı bir oyunculukla canlandırdığı Wolfe, heyecanlı, coşkulu, dürtülerine gem vuramayan çocuksu bir karakter. Perkins ise tam tersi, her zaman kontrollü, o kadar ki evde bile şapkasını çıkarmayan biri. Wolfe, aradığı baba figürünü Perkins'te bulurken ve bunu sözel olarak da ifade ederken, 4 kız çocuğundan sonra pes eden Perkins ise aradığı erkek evladı Wolfe'da buluyor. İkilinin arasında bir baba oğul ilişkisi başlıyor. İki adamın da kadınlarıyla ilişkisinin gayet kötü olması eşcinsel bir çekim de var mıydı sorusunu akla getirse de film bu kuşkuyu desteklemiyor. Perkins'in sadece karısıyla değil, kızlarıyla da arası çok mesafeli, aslında gayet kötü bir baba. Ama hakiki babalığı böyleyken, sembolik babalığı iyi yapıyor. Wolfe'un aşığı da kendisinden yaşlı bir kadın (Nicole Kidman).
Çocuk Wolfe, büyüdükçe ve ünlendikçe tabii ki babasına isyan ediyor. Her çocuğun yaptığı gibi; babayı öldürmek kolay değil elbette, arkasından pişmanlık da geliyor.

Fırtınalı Hayatlar vasat bir film. Thomas Wolfe hakkında doğru yanlış bilgilendirmesi dışında kayda değer bir yanı yok.

Evrim
Evrim baba sorununa kesin bir çözüm sunan tuhaf, ne dediği muğlak bir film. Sadece kadınların ve erkek çocukların yaşadığı tuhaf bir sahilde geçiyor film. Filmin adına bakılırsa insanlık tuhaf bir evrim geçirmiş, kadınlar erkek çocukları doğurgan hale getirmeyi başarmış. Evrim biraz da geriye doğru işliyor anlaşılan çünkü denize dönüş gibi bir motif de var filmde.

Tabii, bu kadınların tuhaf bir tarikat olduğu, çocukları kaçırdıkları da düşünülebilir. Her neyse, bu hikâye bende herhangi bir duygu veya düşünce uyandırmadı. Fakat haftanın diğer filmlerdeki eksik babaların, bu filmde hayattan tamamen çıkarılmış olması aralarındaki ortak bağ olabilir. Ne yapacağız bu babalarla?

Kaynak: Birgun.net