HAZIRLAYAN: SERBAY MANSUROĞLU

Köy Enstitüleri, öğretmen yetiştirmek, toplumu aydınlatmak ve ileri taşımak amacıyla 17 Nisan 1940 tarihinde yasal düzenlemelerle kuruldu. 1954 tarihinde kapanan ve etkileri günümüze kadar tartışılan Köy Enstitüleri unutulmayacak ve bugüne kadar aşılamamış bir özgün eğitim modeli olarak eğitim hayatımızda yer aldı. Eğitimin dinselleşme motifleriyle hayatımıza bir karabasan gibi çöktüğü, karma eğitimin tartışma konusu yapıldığı bir dönemde aşılamamış bir deneyim olan Köy Enstitülerini hatırlamak ve hatırlatmak bir görev olarak önümüzde duruyor. Köy Enstitüleri'nin 76'ıncı yaşı kutlu olsun.

ERDAL ATICI
KÖY ENSTİTÜLERİ VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM VAKFI BAŞKANI

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 76. yılını kutluyoruz. Birçok yerden “Köy Enstitüleri”ni anlatmamız için çağrılar alıyoruz. Vakfımıza birçok öğrenci ve araştırmacı geliyor, Köy Enstitüleri üzerine yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlanıyor. İlgi, her geçen yıl daha da artıyor. Bu ilginin temelinde, eğitim dizgemizin bugün içinde bulunduğu büyük sorunlar ve bu sorunların bir türlü çözülememesi yatmaktadır.

Köy Enstitüleri niçin unutulmadı sorusunu yanıtlamak için bu okulları kuruluşundan yıkılışına kadar ana hatlarıyla yeniden anlatmak yararlı oluyor.

Gerekçe

20. yüzyıl başlarında Anadolu’da okuma ve yazma oranı çok düşüktü. Halkın yaklaşık yüzde 90’ı okuryazar değildi. Okuryazar kadın yok denecek kadar azdı.

İstanbul’da saray çevresi ve devleti yönetenler dünyada görülmeyen bir saltanat sürerken, Anadolu insanı Ortaçağ karanlığında bir yaşama terk edilmişti.

Bu utanç verici durumu yaratan yöneticiler okuryazarlığı artırmak için de çaba göstermiyorlar, eğitim alanında büyük reformları gerçekleştirmiyorlardı

Anadolu halkının çağın bu kadar gerisinde kalmasının önemli bir nedeni yüzyıllardır uygulanan eğitim dizgesiydi. Osmanlı Devletinde 3 kanallı bir eğitim dizgesi uygulanıyordu. Bunlar; Medreselerde uygulanan dinsel eğitim, azınlık ve yabancı okullarda uygulanan milliyetçi eğitim, klasik Tanzimat okullarında uygulanan batılı tarz eğitim...

Uygulanan bu üç kanallı eğitim sonucu, üç ayrı görüşte ve sürekli birbirleriyle çatışan bir toplum yaratılıyordu.

Türkiye’de “1905 yılına gelindiğinde Osmanlı topraklarında hükümet tarafından tespit edilebilen yabancı okul sayısı 600 civarındadır, ancak tespit edilemeyen evlerde ruhsatsız olarak faaliyette bulunan yabancı okul bu rakamdan çok daha fazladır.”

Bu üç kanallı eğitim dizgesi sürerse ilerlemenin, modernleşmenin, bir ulus olmanın olanağı yoktu.

Eğitimde yeni bir dönem

Mustafa Kemal’in silah arkadaşı Kurmay Albay Saffet Arıkan 1935 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) getirildi.

Saffet Arıkan Bakan olunca eğitimle ilgili yazılarından düşüncelerini bildiği ve kendi düşüncelerine yakın bulduğu İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atadı. Tonguç konunun yabancısı değildi. Büyük bir sorumluluk yüklendiğinin de farkındaydı. Yaptığı ilk çalışma “Türkiye’de İlköğretimin Durumu Nedir?” çalışmasıdır. Çalışma bir rapor haline getirilir ve 1935 yılı sonlarında Bakanlığa sunulur. Raporda eğitim alanında hem sorunlar sergilenir, hem de çözümler önerilir.

Bu raporun gösterdiğine göre;

Asıl sorun nüfusun yüzde 80’nin yaşadığı köylerdedir. Köylerle kentler arasında köyler aleyhine oluşmuş büyük bir dengesizlik vardır.

Köylerin sorunu yalnız okul ve öğretmen olmaması sorunu değildir, köylerin başka ciddi sorunları da vardır.

Okulu olan köylerle okulsuz köyler arasında yaşam farkı yoktur. Okul köylerde yaşam değişikliğine neden olamamıştır.

Köyler nüfus bakımından çok farklılıklar göstermektedir. 16 bin köyün nüfusu 150’den azdır.

Türkiye’de bölgeler arasında da dengesizlikler vardır.

Rapor bu gerçekler karşısında öneriler de sunmaktadır;

35 bin okulsuz köyün okullaşması için uzun süre beklenmemelidir. Mevcut sistemle sorun ancak 80-100 yılda çözülebilir.

Az nüfuslu köyler için geçici de olsa farklı bir çözüm bulunmalıdır.

Köyde iyiye doğru değişiklik yapabilecek okul açılmalıdır. Bu değişikliği yapabilecek yeni tip öğretmen yetiştirilmelidir. Kalkınmada lider özelliği olan öğretmen yetiştirilmelidir.

Türkiye bütçesi eğitime çok kaynak ayıramamaktadır. Bu nedenle okul yapımında yeni yöntem bulunmalıdır. Köylünün katkısı düşünülebilir.

Mevcut okullar sistemi kentler için devam edebilir. Ama ihmal edilmiş geniş kitle için – o zaman köyde yaşayanlar- o kitleye öncelik veren sadece o kitle ile ilgili yeni bir sistem kurulmalıdır.

Raporun saptamaları gerçektir ve yapılan öneriler denemeye uygun bulunur, deneme süreci başlar.

Küçük köyler için eğitmen yetiştirilmelidir. Bunlar askerde onbaşı çavuş olmuş yetenekli gençlerden seçilecektir. 6-7 aylık kurstan sonra ilk üç sınıfı okutmak üzere kendi veya yakın köylere gönderilecektir.

Büyük köyler için beş yıl süreli Köy Öğretmen Okulları açılmalıdır. Buralara sadece köy çocukları alınmalı, buradan çıkan öğretmenlerin aynı zamanda köy lideri olması gerektiğinden öğrenim programlarına tarım ve teknik dersler de konulmalıdır. Köyler için öğretmenlerin dışında köye yarayışlı başka elamanlar da yetiştirilmelidir. Sağlık memuru, ebe v.b.

Öğretmen Okulları parasız yatılı olmalıdır. 1936 yılında ilk eğitmen kursu, 1937’de Köy Öğretmen Okulları açılarak deneme, hazırlık dönemi başlatılır. Edinilen deneyler yeter görülerek yapılabilecekler yasalarla kesinleştirilir. 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüsü Yasası çıkar. Köy Öğretmen Okulu olarak açılanlar Köy Enstitüsüne (K.E) dönüştürülür. Sayıları hızla çoğalır. 19 Haziran 1942’de Örgütlenme Yasası, 1943’de Sağlık Elamanı Yetiştirme Yasası çıkar. 1942’de sistemin üst kurumu olan Yüksek Köy Enstitüsü açılır. Böylece köylerde uygulanacak okullaşma sistemini de içine alacak olan Köy Eğitim Sisteminin “Köy Enstitüler Sistemi” yasal dayanakları tamamlanmış olur.

Türk eğitim dizgesinde olmayan ilk uygulamalar

Tonguç Köy Enstitülerini şöyle tanımlar: “Köy öğretmenleri ile köye gerekli başka mesleklerin erbabını iş eğitiminin ilkelerine uyarak yetiştirmek amacıyla ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde bölge müessesi olarak açılır. Öğrencisi köyden alınan ve yatılı olan eğitim kurumlarıdır.” Bu tanıma göre eski klasik sistemden ayrı ve Türk eğitim sisteminde olmayan birçok ilk gündeme gelmektedir.

Köy enstitüleri köylere öğretmenden başka meslek erbabı yetiştirecektir. (Sağlık Memuru, Köy ebesi, sanat adamı…)

Öğretim İş eğitimi ilkelerine göre yapılacaktır.

Tarım öğretim konusu olarak ele alınacaktır.

Bölge kurumlarıdır. Enstitü bölgenin kültür merkezi olacaktır.

Öğrencisini yalnız köyden alacaktır.

Parasızdır, yatılıdır, yıl boyu açıktır.

Enstitüler kent dışı yerlerde kurulacaklar, öğrencilerini köylerde görev yapacakları koşullar içinde yetişeceklerdir.”

Köy Enstitüleri'nde planlama (1936–1946)

Köy Enstitüleri ile ciddi bir planlama gündeme girdi, uygulandı. Köy enstitüleri 1944 yılında toplu mezun vermeye başladı. 1945 yılında ayrıntılı plan yapıldı. Plan on yıllıktı. Her Enstitü on yılık planını yaptı. Bu planda her enstitünün her yıl kaç eğitmen ve öğretmen adayı alacağı, enstitünün bölgesinde her yıl kaç köyde okul açılacağı belirlendi. Plana göre 1955–1956 yılı öğretim yılı sonunda Türkiye’de okulsuz köy, öğretmensiz okul kalmayacaktı.

Sistemin iki özelliği

Köy Enstitüleri Sisteminin tüm kurumlarında; Köy Enstitülerinde, Yüksek Köy Enstitüsü’nde, eğitmen kurslarında, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin çalıştığı köy okullarında, bölge okullarında, eğitmenli okullarda uygulanan ötekilerden farklı eğitim yöntemleri vardı. Bunlardan birkaçı üzerinde durulabilir.

Köy Enstitüleri ve iş eğitimi

Köy Enstitüleri deyince akla ilk olarak iş eğitimi gelir. Tonguç’a göre iş: “Değer elde etmek amacı güdülen maksada uygun etkinliktir.” Üretim amaçlıdır. İş Eğitiminin amacı “Çocuğu toplumun çalışma hayatına katıldığı zaman etkin bir yurttaş olarak yaşayabilecek duruma getirmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için çocuğu tanımak onun yaratılışına uygun iş şekillerini bilmek lazımdır.”

Okuma alışkanlığı

Köy Enstitülerinde üzerinde en çok durulan, olmazsa olmaz olarak düşünülen konulardan biri öğrencilerde okuma alışkanlığı kazandırmasıdır. Bu alışkanlığın pek çok konuda anahtar olacağı düşünülmüştür.

Demokratik eğitim

Enstitülerde demokrasi yaşatılarak öğretiliyordu. Öğrenciler enstitülerin işleyişi ile ilgili kararların alınmasına katılıyorlardı. Seçimle işbaşına gelen öğrenci başkanlığı sistemi ve sıra ile yapılan haftalık nöbetlerle sanki enstitüler öğrenciler tarafından yönetiliyordu. Öğrenciler çok geniş iş alanlarındaki bütün işlerin yürütülmesi sürecine katılıyorlar, sorumluluğu üstleniyorlardı. 1000 kişilik bir enstitüde hizmetli sayısı 3’ü 5’i geçmezdi.

Farklı bir model

Köy Enstitülerinin bölgesel kurumlar olması nedeniyle, sistemde farklı bir yapılanma da gelişti. Türkiye Köy Enstitüleri bölgelerine ayrılıyordu. Kaç enstitü açılmışsa Türkiye o kadar bölgeye ayrılıyordu. Her enstitünün 2-4 ilden oluşan bölgesi vardı. Enstitü öğrencilerini bölgesi köylerinden alır, kendi bölgesinde görevlendirirdi. Genel planlamaya uygun olarak bölgesi planlamalarını kendi yapardı. Zorunlu hizmet koşulu da olduğundan planlamayı aksatmadan yürütmek zor olmazdı.

Yüksek Köy Enstitüsü

İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Bakanlığa sonu Yüksek Köy Enstitüsü’nün açılmasına varacak bir öneride bulunur. Öneride enstitülerde öğrenci sayılarının hızla arttığı, Köy Enstitüleri'ne öğretmen bulmada sıkıntı çekildiğini bu nedenle bu sorunun çözülmesi için harekete geçilmesi gerektiği vurgulanır. Bu öneriye yanıt kısa sürede verilir. 19 Ekim 1942’de Yüksek Köy Enstitüsü kurulmasına ilişkin ilk karar çıkar. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kurulur.

Sistemin devre dışı bırakılması

II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Atatürk devrimlerine ve aydınlanmacı kurumlara karşı olanlar sesini yükseltmeye başladılar. Köy Enstitüleri toprak ağalarını, şeyhleri ve devlet bürokratlarını tedirgin etmeye başlamıştı.

1946 seçimleri sonrasında Köy Enstitülerinin açılmasında önemli bir payı olan Hasan Ali Yücel Bakan olarak atanmadı. Yine Köy Enstitülerinin kurucusu, kuramcısı ve uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden alındı.

Hasan Ali Yücel’in yerine Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer, gerici ve tutucu bir politikacıydı. Tonguç’a ve Enstitülere karşı önyargılıydı. Enstitülerin kapatılması sürecini başlattı. Köylerde görev yapan enstitülü öğretmenlerin kurumları ile ilişkisi kesildi. Ellerinden araç gereçleri alındı. Yüksek Köy Enstitüsü, 1947–1948 öğretim yılında kapatıldı. Öğrencilerin yönetimde söz sahibi olmalarına son verildi. Ders dışı çalışmaları kısıtlandı. Karma eğitime son verildi. Enstitüde okuyan kız öğrencileri iki enstitüde topladı.

Enstitü kitaplıklarında sakıncalı görülen kitaplar ayıklandı ve yakıldı. 1950 Seçimlerinden sonra Demokrat Partinin ünlü demagogu Tevfik İleri Bakan oldu. 1954 yılında, daha önceden ilkeleri değiştirilen Köy Enstitülerinin adı da kaldırıldı.

Sonuç

Kapatılmada siyaset etkili oldu. Daha iyisini gündeme getirmek gibi bir düşünce yoktu. Öyle olsaydı bugün 7–8 milyon insanımız okumaz yazmaz olmazdı. Her yıl 1 milyon civarında çocuğumuz İlköğretim dışında kalmazdı. 60 yıl önceki umudumuz ne yazık ki neredeyse umutsuzluğa dönüştü. Eğitimde bugünkü olumsuzluğun kaynağında Köy Enstitülerinin kapatılmış olmasını da görüyoruz. O deneyimin bugün de yararlanılması gereken çok özellikleri var. O yolu görmeyenler, görmek istemeyenler için aklımızdan geçenleri yazmamız olanaksız.

Yarın: Bir Köy Enstitülü olan Fakir Baykurt'un kızı Işık Baykurt babasını ve bir dönemi anlatıyor.

Kaynak: Birgun.net