Nick Cave’in senaryosunu yazdığı John Hillcoat’un çektiği Avusturalya yapımı The Proposition filmini hatırlarsınız. Şiirsel, yoğun, gerçekçi, sert, farklı ve sindirmesi zor bir western filmi idi. İşte bu filmin yönetmeni olan Hillcoat’un son filmi Triple 9 (Kod 999) bu hafta vizyona girince dikkat kesilmemek elde değil. Acı gerçekler tarafından tamamen köşeye sıkışmış karakterlerden oluşan ve içinde Yahudi-Rus mafyası, kirli polisler, bölgeleri sahiplenmiş çeteler ve sert bir soygun bulunan köşeli bir film Triple 9.

İyi yok kötü yok
Kirli işlere bulaşmış polis memuru Marcus (Anthony Mackie), cinayet masası dedektifi Jorge (Clifton Collins Jr.) ve bu çürük elmaların içine düşmüş olan Marcus’un yeni partneri, dürüst polis Chris (Casey Affleck) bulunuyor. Marcus ve Jorge, eski asker Micheal (Chiwetel Ejiofor), Russel Welch (Norman Reedus) ve Russel’ın eskiden polis olan küçük kardeşi Gabe (Aaron Paul) Rus mafyası için bir soygun yaparlar. Mafyanın bizim gördüğümüz tepesinde bulunan Irina (Kate Winslet) için iş çeviren bu ekiple Irina kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaktadır. Yaptıkları banka soygunu son işleri olacakken Irina hapishanedeki kocası için bu ekipten imkânsıza yakın bir iş çıkartmalarını daha ister. Bu sırada dürüst polisimiz Chris’in amcası, çavuş dedektif Jeff (Woody Harrelson) bu banka soygununu araştırmaya başlar.

Gerçekçi ve karanlık
Filmin hikâyesi bildik. Fakat yönetmen Hillcoat’un filme yaklaşımı ile bu bildik hikâye sınıf atlayarak daha kaliteli bir boyuta geçiyor. Yönetmen filmi bir an olsun boş bırakmıyor ve durmak bilmeyen yoğunlukta devam ettiriyor. Film, konvansiyonel görüntülerle, el kamerası görüntüleri arasında değişkenlik gösteren sahneleri ile seyirciyi yakalamak istediği anları doğru hesaplayarak ilerliyor. Hikâyede özellikle karakterlerin başına gelebilecek şeylerin stresini başarıyla yansıtan filmde seyirciyi hiçbir an, hiçbir karakter için güvende hissettirmiyor. Özellikle Gabe ve Chris karakterleri içi bu oldukça yoğun hissediliyor. Film oldukça karanlık ve kasvetli, dağınık ve kaotik. Hissettirdiği gerçekçilik açısından The Wire ve hissettirdiği karanlık açısından ise True Detective dizilerini akıllara getiriyor.

Gangster kadın
Film oyuncu kadrosu açısından oldukça şanslı. Gene testosteron ağırlıklı bir karakterler zinciri olsa da filmdeki kadın oyuncular arasından Kate Winslet’tan bahsetmek şart. The Hunger Games ve Divergent’taki gibi çoluk çocuğu saymazsak Hollywood sinemasında fiziken ve ruhen güçlü harbi kadın karakterlere hasret kaldığımızı Yahudi-Rus mafya lideri rolünde Kate Winslet’ı görünce bir kez daha anladım. Kate Winslet’ı, Rus şivesiyle İngilizce oynadığı gangster rolünde beğenmiş olsam da, ne yazık ki pek çok yönden zayıf buldum. Oldukça önemli karakter olan Irina, kesinlikle daha karışık ve karanlık olmalıydı. Ve hatta Winslet’in, Irina rolüyle unutulmaz bir karakter yaratma şansını, kıl payı kaçırdığını düşünüyorum. Ve esasen Cate Blanchett’e verilmiş olan bu rolü belki de Blanchett oynamış olsaydı demekten de kendimi alıkoyamıyorum.

Nihilist final olmalıydı
Film, hatırı sayılır bir farklılık yaratabilecekken ne yazık ki daha çok eğlencelik bir macera filmi hissine yakın kalıyor. Özellikle filmin finaline yaklaşırken daha da güçlenmesini beklerken daha zayıflayan bir filme dönüşüyor. Salt vahşiliği simgelen Yahudi-Rus mafyasının elinde çırpınan kirli Amerikan polisleri tablosu başlı başına bir şeyler söyleyebilecekken, hikâyede havada kalan bu şeytan çıkmazının etkileri son derece zayıf bırakılmış olması üzücü. Ve nihayetinde hiçbir şey tam tatmin etmiyor. Yönetmenin John Hillcoat olduğunu düşününce, içinde böylesine sıkışmış insan gruplarının olduğu bu filmin daha karanlık ve daha nihilist bir sona ihtiyacı varmış gibi geliyor. Triple 9 kesinlikle kötü bir film değil, sadece yeterli farklılık ve parlak zekâ gösteremediği için ortalamanın üzerine çıkmayı başaramıyor.

Kaynak: Birgun.net