Yıkım projeleri olarak formların gökten zembille yeryüzüne indirildiği günümüzde, hâlâ bize yeryüzünün gücüne güvenmeyi öğreten Aristoteles 2400 yaşına bastı ve UNESCO 2016’yı Aristoteles yılı ilan etti. Doğumunu kutlamak için, Artvin’de doğasına, yaşadığı yere sahip çıkanlarla birlikte yeryüzüne sarılalım! Göksel projeler adına yeryüzünün ölüm fermanını imzalayanlara inat, yeryüzünün her an doğumlara gebe doğasının baharla birlikte yeniden dirilişini kutlayalım.

YERLE GÖK ARASINDA BİZ!
Felsefe okullarının temsilcilerinin yer aldığı Raphael’in meşhur ‘Atina Okulu’ adlı freski; yarım daire biçimli bu kompozisyonun tam merkezindeki iki figürü hemen tanıyacaksınız: Batı felsefe geleneğinin de merkezinde yer alan Platon ve öğrencisi Aristoteles. Bu iki figürün jestleri farklıdır ama. Platon sağ elinin işaret parmağıyla göğü gösterirken, Aristoteles yere, ayaklarını bastığı zemine işaret ediyor. Jestleri, farklı felsefi anlayışlarını dışa vururken, gök ile yer arasında sıkışıp kalmış bizleri, nereye bakmamız gerektiği konusunda şaşkına çevirebilirler. Çocukluğumuzda birbirimize yaptığımız sözlü bir şaka geliyor aklıma. Sırasıyla, “yukarı bak, yere bak, sağa bak, sola bak” deyip, arkadaşımızı tüm yönlere baktırdıktan sonra, “avanak” diye bitirirdik şakamızı. Filozofların da bizi farklı yönlere baktırdıkça avanak durumuna düşürecekleri kesin. Avanak olmamak için nereye bakmamız konusunda Aristoteles’e güvenelim ve yeryüzüne bakalım.

YERYÜZÜNE GÜVEN
Platon’un göksel projesi karşısında Aristoteles, bize yeryüzüne güvenmeyi öğretmiştir. Platon’a göre bu dünyadaki şeyler kopyalardır, asılları mükemmel halleriyle göklerdedir, idealar dünyasında. Göklerde bulunan bu ideal formlardan pay aldıkça mükemmelleşebileceğimizi söyleyecektir bize. Bu haliyle Platon aklı havada bir filozofken, Aristoteles’in ise ayakları yere basar. Aklı havada olanlar yeryüzünde dolaşırken sık sık tökezleyeceklerdir. Yeryüzünün topoğrafyasını, kuvvetlerini gözden kaçırdığımızda tamamen göklerde asılı kalabiliriz ve ayaklarımız yerden kesildiğinde bedenlerimizin de tüm kudreti elinden alınmış demektir. Kudretsiz bedenler, göksel idealara göre davranan ve kendi bedenlerini ve yeryüzünü yadsıyan kukla varlıklardır. Oysa Aristoteles, yeryüzünde kendine özgü formlarıyla var olan tikellerden başlayarak kurar felsefesini. Formlar dünyası yoktur, bu dünyada içsel kuvvetlerin biçimlendirdiği formlara sahip nesneler vardır sadece. Platon’un aşkın birer varlık olarak formlara yüklediği değer, ‘Akademi’sinin kapısının üzerindeki tabelada da gözümüze çarpacaktır: “Buraya girenler, geometri öğrenmek zorundadır.” Aristoteles’in ‘Lise’si ise yeryüzünün bireysel formlarıyla doluydu: Bilimsel sergiler, kayalar, bitkiler, hayvan kalıntıları.

Yeryüzündeki iktidar, kendini göklere yerleştirip kutsal bir form olarak dayattığında, Platoncudur. Yeryüzüne ve kendi bedenine güvenmeyen ve tamamen iktidar formuna teslim olmuş ve bu formdan pay aldıkça mükemmelleşeceğini sanan varlıklar, iktidar geometrisinin, yeryüzünün kıvrımlarını hiçe sayan aşkın formların içine hapsedilecektir. Bu varlıklar, bir an önce öte dünyaya kaçarak formdan kurtulma düşü kuran ölüm severlerdir. Aristoteles, hocasından farklı olarak bize yeryüzüne, yaşama ve bedenlerimize güvenmeyi öğretmiştir.

BİZİ GÖKLERDEN İNDİRDİ
Unutmayalım; Aristoteles, Büyük İskender’in hocasıdır aynı zamanda ve bir imparatorun gölgesinde felsefe yapmaktadır. Ne diyordu Deleuze? “Yunan şehir devletinde bile, felsefi söylem despotla ya da despotun gölgesiyle, emperyalizmle, kişilerin ve şeylerin yönetimiyle temel bir ilişki içindeydi.” Yeryüzündeki nesnelerin tek bir doğası ve amacı (telos) vardır Aristoteles’e göre. Dolayısıyla Aristoteles bizi göklerden yere indirdi ama kimlik hapishanesinin içine kapattı. ‘Politika’sının girişinde çok işlevli, çok kimlikli Delphoi bıçağından serzenişle söz ederken içine despot kaçmıştır: “Doğa, kadın ile köle arasında ayrım yapmıştır. Çünkü doğa, pek çok kullanımı olan Delphoi bıçağını yapan demirci ustası gibi eli sıkı değildir; her bir şeyi tek bir kullanım için yaratır.” Despot, tek bir doğası ve kimliği olan tikel nesneleri tümeller halinde sınıflandırdıkça dünyayı yöneten bir emperyaliste dönüşecektir. Yeryüzüne sarılmak istiyorsak, despotun yakalama aygıtından kaçan ve Aristoteles’in hiç sevmediği çok işlevli, çok kimlikli Delphoi bıçağı olmaktan başka seçeneğimiz var mı?

Kaynak: Birgun.net