Van’dan Doğubayazıt’a gitmek minibüsle üç saat sürüyor. Sabah erken yola çıktık, öğle olmadan Doğubayazıt’a varmıştık. Aklımız yukarlarda, İshakpaşa Sarayı’ndaydı. Doğubayazıt merkezinden de minibüse binip sarayın olduğu tepeye çıkacaktık.
Van ile Doğubayazıt arasında geçen yaklaşık üç saat boyunca cama kafamı dayayıp dağları, ovaları, alabildiğine uzanan vadileri izledim. Kâh bir çay kenarından geçerken minibüsün teybinden gelen Kürtçe bir müziğe kulak kestim, kâh bir İbrahim Tatlıses şarkısına eşlik ederken en güzel manzarada otlayan ineklere hayretle baktım.

Şair Hani Baba
Halk arasında Hani Baba olarak anılan Ahmed-i Hani’nin türbesi ile İshakpaşa Sarayı arasında birkaç dakikalık mesafe var. Ahmed-i Hani Kürt şair, tarihçi ve mutasavvıf olarak bilinen, 1700’lerin başında vefat eden ve hatta şeyh olarak da anılan birisi. En bilinen eseriyse birbirine âşık olan ama kavuşamayan iki gencin hikâyesini anlattığı “Mem û Zîn”. Ahmed-i Hani bu eserinde Zin ve Sili adlı iki kız kardeşin Memo ve Taceddin adındaki iki gence aşklarını anlatır.

Ziyaretgâhın bahçesi botanik bahçesi gibiydi. Çeşit çeşit bitkiler, banklar, kuş cıvıltıları ve kabrinin yer aldığı bahçe içindeki bina ziyaretlere açık. Bina yanında bir de cami olduğunu ekleyeyim. Çağın önemli şair ve filozoflarından biri olarak kabul edilen Ahmed-i Hani astronomi ile de ilgilenmiş...

Türbeden saraya doğru yürüyoruz. Hava bugün daha da sıcak, hissediliyor. İshakpaşa Sarayı tüm ihtişamıyla öylece ve yapayalnız duruyor. Hemen karşısında Ağrı Dağı var. Ağrı Dağı’nın kıvrımlarından, havadaki bulutlardan sıyrılan güneş o kocaman ovaya dokunuyor, yüzünü değdiriyor adeta. Muazzam bir sadelik var. Dağın ardı Ararat diyor ona, bizse Büyük Ağrı...

Sırada Abdigor var
Yüzlerce odadan oluşan İshakpaşa Sarayı’nın yapımına 1685 yılında başlanmış ve yapımı tam 99 yıl sürmüş. Saray, Osmanlı’nın Lale Devri’ndeki son büyük anıt yapısı olma özelliğini de taşıyor. İshakpaşa Sarayı’nı görmeye gelenler içerisinde yerli turistten daha ziyade yabancı turistler çoğunluktaydı. Yol boyunca bisikletiyle o dik yokuşu tırmananı da gördük, kendinden büyük çantasıyla yürüyerek Doğu’yu gezeni de.

Karnımız acıktı, dönüş minibüsümüzün de kalkmasına yaklaşık bir saat vardı. Bunca yol gelip de Abdigor Köfte yemeden dönülür mü? Elbette hayır! Bu köftenin çok zahmetle hazırlandığını, her yerde bulunmadığını okuduğum yazılarda, izlediğim bir belgeselde görmüştüm. Çarşı içinde neyse ki bu köfteden yiyeceğimiz bir yer bulduk. Zemininde pilav, içinde de iri iri köftelerin olduğu bu yöre yemeğini açlığımızın da verdiği istekle bir çırpıda yedik.

Van’a dönüş yolumuz çok eğlenceliydi. Kanadalı Alastair ile tanıştık, Kürt çocukları bizlere muazzam türküler söylediler, onların sustuğu anda da minibüsün şoförü daha önce duymadığımız şarkılarla yolumuzu şenlendirdi. Asker yine durdurdu, kimlikleri hiç cüzdana koymadık, şoför aracın dörtlüsünü her yaktığında otomatik olarak kimlikleri uzatmaya başlıyorduk ön tarafa...
Van’a vardığımızda akşam olmuştu bile. Sırada Yüksekova’da öğretmenlik yapan arkadaşımızla geçirilecek bir gecemiz, iki de günümüz vardı.

***

Ahmed-i Hani’nin en bilinen eseri: “Mem û Zîn”

Kürtçe
“Zîn bi findê re di peyive
Dem, şem’e di kir ji bo xwe demsaz
Ey hemser û hemnişîn û hemraz
Herçendî bi sohtine wekî min
Emma ne bi gotinê wekî min
Ger şibhete min te ji bi gota
De min bi xwe dil qewî ne sohta”

Türkçe
“Zîn muma sesleniyor
bazen mumu ederdi kendine muhatap
ey sır ve oturma arkadaşım, baş arkadaşım
gerçi yanmak yönünden benim gibisin sen
fakat konuşma yönünden benim gibi değilsin
eğer sen de benim gibi söyleseydin
benim de gönlüm fazla yanmazdı”

Yüksekova’da yaşadıklarım da haftaya...


Kaynak: Birgun.net