901069 -11.12.2009: Gözaltı kaydı ve tarihidir. ‘Antep Emiri’ Yunus Durmaz; Ankara Katliamı’nın 1 numaralı planlayıcısı. Dosyanın diğer kilit ismi ve katliamın diğer planlayıcısı Halil İbrahim Durgun gibi Antep’te kendini patlattı. Adeta buharlaşıp uçtu. DNA tutanağı yok! Durmaz, henüz 2009’da İstanbul Havalimanı’nda El Kaide’den gözaltına alındı. Cihat bölgelerinden geliyordu. Kısa sürede serbest bırakıldı.

•••

Kendisine IŞİD’li olup olmadığı sorulan Murat Taşçı’nın ifadeleri tutanaklara yansındı. Taşçı, üzerine atılı suçları kabul edecek değildi. Anlattı: “Ağabeyim Suriye’de ölünce, evin önünde taziye çadırı kurduk. Çadırı belediyeden aldık! Yemek organizasyonunu Yunus Durmaz ve Ahmet Güneş yaptı. Terörle Mücadele’den (TEM) 2 polis geldi. Bana, ‘Durmaz ve Güneş’ten uzak dur, abini de onlar kandırdı’ dedi.” 2013’tü... 2009’dan beri bilinen Yunus Durmaz hakkında artık çok kapsamlı bilgi bulunduğu anlaşılıyordu.

•••

Tıpkı Durmaz’lar gibi IŞİD destekçisi aileler vardı. Güneş’ler, Delibaş’lar...

2014 yılında Urfa, Suruç’taki çevirmede Antep’te ‘şu, belediyeden alınan taziye çadırında yemek organizasyonu yapanlardan biri olan’ Ahmet Güneş, El Kaide kaydı bulunan Mustafa Delibaşlar ve Ökkeş Durmaz birlikte yakalandı. Ahmet Güneş, Antep Emniyet Müdürlüğü’nü havaya uçurmaya teşebbüs eden ve iki polisin ölümüne neden olan İsmail Güneş’in amca oğluydu. Ökkeş Durmaz, Ankara planlayıcısı Yunus’un abisiydi. Mustafa Delibaşlar’ın bir ayağı Suriye’deydi. Araçta çok sayıda IŞİD dökümanı vardı. Fakat bununla bitmiyordu. ‘Üç kafadar’, çevirme olacağını anlayınca yanlarında bulunan Hard disk’i araçtan atmıştı. Hard disk bulundu, incelendi. İçinden, kendilerinin de olduğu infaz görüntüleri çıktı. Hikâye ‘alışık olduğumuz’ gibi bitti. Tutuklandılarsa da cezaevinden 5 ay içinde çıktılar. MİT’ten gelen yazı serbest bırakılmalarında etkili olmuştu: “IŞİD’le ilgileri yoktur!”

•••

Urfa Akçakale’de alan araştırması yaparken, her köşe başında önümüzü ‘tanıdık’ araçlar kesiyordu. Akçakale için şu söyleniyordu: “IŞİD’in nefesini arkanda hissedersin!”

IŞİD’in nefesini arkamızda hissediyorduk. Tanık olduklarımızı temize çekerken, tuhaf bir biçimde inanamıyorduk. Gördüğümüzü, yaşadığımızı safiyane soruyorduk:

“Gerçekte aramızda IŞİD var mı?’

“Hâlâ mı anlamadın, biz onların arasındayız!”

Bunu söyleyen Suruç’taki patlamada öldü. Kasım Deprem’dir adı.

•••

O günlerde, Urfa Valisi’ne, “Buralarda IŞİD var mı?” diye soran gazeteciler gözaltına alındı.

Cevap bilindikti: “Her sakallıyı IŞİD zannetmeyin!”

Ancak aynı zaman diliminde, IŞİD’in Urfa’ya ‘paralel Vali’ atadığı dahası büyük bir genişlikle Urfa Belediyesi’nin arkasına ‘Eş-Şebab’ diye bir otel açtığı, burada militan ağırladığı, Ankara müfettiş raporlarının satır aralarına yansıdı!

•••

Derken... Bekliyorduk, oldu. Suruç patladı! İstihbarata rağmen önlem alınmamıştı. Ambulanstan önce TOMA, sedyeden önce yayın yasağı geldi.

Henüz iddianamesi yok! İki davada, kamu görevlisine açılan tek soruşturma, Suruç Eski İlçe Emniyet Müdürü Mehmet Yapılıal adınadır. Ama onun davası da halktan kaçırılıyor.

•••

Ankara da geliyordu! Davulla zurnayla... Geride karanlık bir şehir kalacaktı. Barış isteyenler halaylarla otobüslere binerlerken, Antep’teki bir rezidanstan iki canlı bomba çıkıyordu. Bombacılara eskortluk yapan araç, yolu şaşırdı, Adana-Ankara istikametinde ikinci kez aynı noktadan geçince polis tarafından çevrildi. Bir şey olmadı, devam etti! İki bombacının olduğu aracın arka camları ise film kaplıydı. Kontrol noktasında yavaşladı... Polis film kaplı camların üstünde durmadı. Oysa içeriye şöyle bir bakılsa, patlayıcı sarılı ‘şişkin bedenler’ anlaşılacaktı!

Patlamadan 1 saat önce istihbarat gelmişti ama bu da miting tertip komitesine bildirilmedi.

•••

Can yakıcı, hayatı manasızlaştıran ayrıntılar vardır...

İki eylemci patlamadan 7 dakika önce Tren Garı’na yakın bir noktada taksiden indiler. Taksimetre 22 TL yazmıştı. Yunus Emre Alagöz cebinden 20 Lira çıkardı. Taksici, “Tamam” dedi. Ama Alagöz ikna olmadı, hak geçsin istemiyordu. Arandılar. Henüz kimliği tespit edilemeyen Suriyeli bombacının üzerinden 2 TL bozuk para çıktı. Alagöz hesabı kapattı. Helalleştiler! Çok geçmeden art arda pimleri çektiler, cennete gideceklerine inanıyorlardı. İnsanlar parçalandı.

•••

10: 04’te... Yapraklar düştü... Neden sonra müfettişler iki şüphe üzerinden çalışmayı tamamladı. O iki soru bile fantastik, acı, alaycı ülke gerçeğidir:

Olayda kamu görevlilerinin ihmali bulunuyor mu, devletin katliamdaki sorumluluğu-sorumsuzluğu nedir,

Yaralılara gaz sıkıldı mı?”

Binlerce sayfa vardı. Oysa gerçek basit bir ayrıntıydı! Devletin görevi vatandaşını korumak değil miydi?

Ankara Emniyeti, bir bakıma topu diğer emniyet birimlerinin üzerine attı. “Bilgi paylaşılmadı” dedi. Önlem aldığını söyledi. Doğru, önlem alınmıştı. Ama göstericiye karşı! Misal Konya’dan ekstra bariyer istenmişti!

Yaralılara gaz meselesine gelince... Yaşananlar, yayınlananlar, gördüklerimiz... Üzerlerine biz de tanıklıklar koyduk. Halihazırda cezaevinde bulunan hasta tutuklu gazeteci Erol Zavar’ın eşi ve kızı ile görüşmüş, bildiğimizi, gördüğümüzü tekrar sormuş, yazmıştık:

“Gaz...”

Hastanede yaralı, morgda ölü. Katılarak güldük. Sinirlerimiz bozulmuştu. Dakikalarca... Bir hastane odasında devlete güldük. Susturamadılar!

Üstüne polisin telsiz kayıtları... İlk kez yazmıştık. Patlamalardan 12 dakika sonra, bir polis telsizinden diğer polis telsizine, yaralı başındaki tabipler için:

“Süpürün şunları!”

•••

Adli Tıp morgunda, analar ağıtlarını içine yakıyordu. Yağmur yağıyordu. Adli Tıp, Keçiören’deydi ama Keçiören Belediyesi, çadır, çay, çorba vermiyordu. Olanakları CHP Çankaya Belediyesi sağlıyordu. Ölen çoktu... Bir cenaze çadırı da Adli Tıp bahçesine kurulmuştu. Teşhis tutanakları bir türlü imzalanamıyordu. Günlerce ‘Maviş’ denirmiş, Serdar Ben’i tanımak için bir vücut parçası arandı. Bir görevli çıktı, o dışarıdaki çadırdan. Önlüğünde kan vardı. Belediyeden gelen pizza kutusuna uzandı. Bir dilim aldı. Ölüm işte böyle sıradanlaşmıştı!

•••

Korkmaz Tedik’in annesi sendikacı dostuna oğlunun öldüğünü göre göre bile bile sormuştu:

“Kimse ölmedi değil mi?”

“Abla sen de gördün!”

“Yok kimse ölmedi!”

Oğlunu değil de herkesi sormuştu. Çünkü biliyordu ki kimse ölmemişse oğlu da ölmemiştir. Sordu, herkesin ve oğlunun öldüğünü bile bile, göre göre!

Böyle ince insanların evlatları, anneleri, babalarıydı giden...

•••

Fotoğrafları üst üste koyunca... anKARA günlerinde... Siyasetçi, gazeteci, barış sevdalısı, kalan... Kime sorsan, kendiliğinden aynı şeyi söylüyordu:

“Katili tanıyoruz!”

Bu ses anKARA’nın ruhuna işledi, slogan oldu.

Velhasıl anKARA, hiç kapanmayacak yaradır. Hayır; daha çok isyandır. Sabaha kadar yazılır, anlatılır. İddianame, ekleri, müfettiş raporları binlerce sayfadır.

Belki de anKARA’yı hiç konuşmaya bile gerek yoktur. Bu acıyı anlatmaya ‘TekBir’ cümle yetecektir:

“Katliamdan sonra anket yaptık, oylarımızın arttığını gördük!”

anKARA...

Bir yara daha çok da isyandır!

Kaynak: Birgun.net