ANDREW STEWART

ABD’nin son 75 yıllık ekonomik tarihine bakıp biraz beyin jimnastiği yapmak gerekiyor. Bir zamanlar “silahların ve kusursuz Keynesyen demokrat sosyalizmin” Amerika’yı Büyük Buhrandan çıkardığını ve Happy Days – Leave It To Beaver gibi dizilerin çekildiği o toz pembe günlere taşıdığını hepimiz biliyoruz. Trump’da “Amerika’yı Yeniden Harika Yap” derken dolaylı olarak bu günlere atıfta bulunuyor.

Neoliberalizmin temel tarihini de biliyoruz; Milton Friedman’ın parasalcı politikalarının benimsenmesinin ekonomik yavaşlamayla aynı zamana tekabül ettiğini de. David Harvey, Başkan Gerald Ford’un New York’a “geberin” dediğini bize hatırlatıyor ve bunu Pinochet yönetiminin Şili’de yaptıklarına giden bir “ısınma turu” olarak tarif ediyor. Bir de David Rockefeller’ın kurduğu meşhur Üçlü Komisyon’un hazırladığı Demokrasinin Krizi raporu ile Powell teskeresi ver. Bu belgelerin her ikisi de, baby boomer jenerasyonunun Vietnam Savaşına rağmen büyük kazanımlar elde etmesinin elitleri dehşete düşürdüğünü ortaya koyuyor.

Bu tarihi bilgiler kabul edilebilir fakat önemli bir şey eksik; ırk faktörü. Lester Spence’in “Siyahi Siyasetinde Neoliberal Dönüşe Karşı” başlıklı eserini okumadığımı kabul etmem gerek fakat adını anmadan geçemeyiz. Çünkü bu eser, neoliberal politikaların belirli ırklar üzerindeki etkisinin hiç çalışılmayan bir konu olduğunu söyleyen ilk çalışmaydı. Fakat buradaki amacımız, beyaz ana-akım siyasetçilerin hegemonlaşmaları için gereken neoliberal politikalara ırk meselelerini kullanarak nasıl yer açtıklarını hatırlamak.

O halde ilk olarak, John Kennedy’nin yüksek ateşten hortlağa dönmüş ve projektör ışıkları altında makyajı eriyen Richard Nixon ile yaptığı ilk TV münazarasını hatırlayalım. Münazarada bir an geldi ve Kennedy bir anda sağa doğru hamle yaparak Nixon’ı (Komünist ajanların gizli belgeleri balkabaklarının içinde sakladığını iddia eden adamı) komünist olmakla suçladı. Bu hareketi, rahmetli akrabası Joe McCarthy’yi kesinlikle gururlandırırdı. Peki Nixon’ı tam olarak nasıl suçluyordu? Kayıtları gözden geçirdiğimizde, üstü kapalı ırkçı söylemlerle dolu olduklarını görebiliyoruz. İlk münazaradaki açılış cümlesine bir bakalım:

“1860 seçimlerinde Abraham Lincoln meselenin özünün, bu ulusun yarı-özgür ve yarı-köle biçimde var olup olamayacağını söylemişti. 1960 seçimine geldiğimizde, aynı soru tüm dünya için sorulur hale geldi. Bay Khruschhev komünist hücumunu dünya çapında sürdürebiliyor çünkü Sovyetler Birliği’nin üretim gücü var.”

Burada, ‘beyaz köleciliğinin klasik kölecilikle yer değiştirdiği’ tipik bir aldatmaca görüyoruz. Bu klasikleşmiş numara, liberaller tarafından emek ve dayanışma çabalarına karşı tekrar tekrar kullanılmıştır. Üçüncü münazaraya gelindiğinde daha da belirgin hale geliyor:

“Brezilya’da başkanlık seçimine aday olan kişi Küba’ya gidiyor ve Bay Castro destekçilerinin desteğini almaya çalışıyor. Gine ve Gana ülkelerinin her ikisi de Sovyet dış politikasını destekliyor; Bay Herter bunu BM’de bizzat söyledi. Laos da aynı yöne gidiyor. Yani bana kalırsa prestijimiz pek yüksek değil. Artık yükselişte bir ülke görünümü vermiyoruz. Artık güçlü bir imajımız yok.”

Kennedy, beyaz seçmenlerin uluslararası siyahi kardeşliği korkusuna ve bunun Amerika’nın iç etnik dinamiklerinde yaratacağı etkilere yönelik endişelere hitap ediyordu. Kennedy kısa ancak etkili görev süresi boyunca Keynesyen sosyal güvenlik ağını parçalayan para politikaları yürürlüğe koydu ve sivil haklar hareketini sekteye uğratmak için elinden geleni yaptı. Yazdığı Pulitzer ödüllü Profiles in Courage kitabında Senatör Edmund G. Ross ile ilgili bir bölüm vardı. Çünkü Ross, Yeniden Yapılanmayı sabote etmekten yargılanan Andrew Johnson’un beraatı yönünde oy kullanmıştı. Noel Ignatiev’in geçen hafta sonu bana söylediği gibi, Kennedy’nin kitabında Ross’a ver vermesi, beyaz güneylilere sivil haklar konusunda tam olarak nasıl bir tavır sergileyeceğini gösteriyordu.

Kennedy suikastının en üst düzeylerde planlandığı yönündeki paranoyak teorilerde de iki ırkçı element bulmak mümkün.

Öncelikle, anlatıya bakalım: Her şey güllük gülistanlıktı ve Lyndon Baines Mordred Johnson medeniyeti tepetaklak eden kötülükleri ortalığa salıverdi. Bu hiç de doğru değil; Johnson, Sivil Haklar ve Seçme Hakları’nı imzalayarak dünyayı daha iyi bir yer yaptı. Siyahilerin ve diğer etnik gruplardan insanların oy kullanmasına izin vermenin sosyal çöküşe yol açtığı iddiası tek kelimeyle iğrenç. Bu anlatının mucitleri, Baary Goldwater’ın kampanyasını yürüten sağcılardı. Amerika’da özgürlük arttıkça, William F. Buckley’nin ‘yozlaşmış liberal Demokrat Parti’ feryatları da arttı.

Fakat daha da açık olanı şu ki, Kennedy suikastıyla ilgili yaygın komplo teorisi Kennedy’nin ırkçı Kennedy’ler dizisinde yer alan bir çakaldan çok bir barış güvercini olduğunu varsayıyor. Errol Morris birkaç yıl önce “şemsiyeli adam” başlıklı bir belgesel çekti; Kennedy konvoyu başkanı ölüme götürürken Dealey Plaza önünde şemsiyesini açan adam ile ilgili. Komplo teorisyenleri bu adamın suikastçılara işaret verdiğini iddia etse de, Morris adamın aslında ırkçılık-karşıtı bir eylem yaptığını anlatıyor. Bu adam, Joseph P. Kennedy büyükelçilik yaptığı ve Adolf Hitler’i yatıştırmaya çalıştığı dönemde İngiltere Başkanı olan Neville Chamberlain’in şemsiyesine gönderme yapıyordu. Kennedy ise sonraları Hitler’in Stalin kadar kötü olmadığını söylemişti! Dahası, Kennedy Vietnam savaşını kötüleştirmek için elinden geleni yapmakla kalmadı, ırkçı Jim Crow karakterini yasadışı ilan eden ve bunu BM konferansında yüzümüze vuran Küba gibi bir ülke yüzünden dünyayı yok olmanın eşiğine getirdi!

Noam Chomsky Rethinking Camelot adlı kitabında anlatıyor; Kennedy düzeni, 1968’deki Tet Saldırısına kadar güçten düşmüş prensin “sonuna kadar savaşacağını” söylüyor, Lyndon Johnson ve Robert McNamara’yı basın üzerinden kan dökmeye teşvik ediyor, Kennedy’nin anti-Komünizm markası için savaşın gereğinden uzun sürmesini sağlıyordu!

Aklı başında hangi insan böyle üst düzey bir pisliği destekleyebilir ki?

Başka bir örnek vermek gerekirse, Providence şehrine bir bakalım. Rhode Island’ı New England’dan alıp İngiltere’ye taşısanız, klasik bir sosyal demokrasi örneği olurdu. İsrail devletinden daha küçük bir yüzölçümüne sahip olan bölgede 3 devlet üniversitesi var ve 3 farklı eğitim tekniği kullanılıyor; yani bir üniversiteden aldığınız derecenin aynısını diğerinden alamıyorsunuz. Önceki jenerasyona parasız eğitim veren, Pell Burslarından tanıdığımız Claiborne Pell ise Senatördü! Kamu sektörü tüm eyalette en çok insanı istihdam eden sektörlerden biri ve sendikalar son derece aktif.

Fakat bir de eyaletin başkenti La Prov’a bakın. Devletin yasama organı şehre fon vermeyi reddediyor. Beyaz Saray kısa süre önce yazdığı bir raporda su şebekesinin özelleştirilerek fon yaratılmasını tavsiye etti. Okul binaları dökülüyor; Providence Öğretmenler Sendikası Müsteşarı Alex Lucini’nin geçen sene söylediğine göre liselerden birinin üst katlarında girişler can güvenliği endişelerinden ötürü tamamen yasaklanmış durumda. Sokaklar kraterli ay yüzeyine benziyor, yollardaki delik sayısı golf sahalarını aratmıyor. Kütüphaneler erken kapanıyor ve hafta sonu hiç açılmıyor. Bu esnada Providence’ın hemen yanındaki Warwick’te kaliteli orta sınıf banliyö yaşamı sürdürülebiliyor.

Çarpıklığın nedeni nedir?

Şehirlerin vergi esaslarını kıyaslayalım. Güney Providence düşük gelirli siyahi ve hispanik kiracı ailelerle dolu ve bunların büyük bölümü İspanyolca konuşuyor. Polis vahşi bir politika izliyor ve Toplum Güvenliği Yönetmeliği’nin getirdiği regülasyon kriterlerine direniyor. Yürürlüğe konan tasarruf politikaları şehri Yunanistan’a çevirmiş. Burada istisna zengin ve beyaz Doğu tarafındaki okullar, Brown Üniversitesi kampüsü. Doğru tarafındaki devlet okullarından birine girdiğinizde kendinizi Google kampüsünde gibi hissediyorsunuz. Mesele daha açık olabilir miydi?

Bu örnek, komünizm ve demokratik sosyalizm arasındaki farka işaret ediyor. Ötekileştirilmiş kesimler hükümetten yardım almaya başladığında sosyal güvenlik ağı altlarından çekiliveriyor. Bu konuda diğer bir tarihi örnek de şu: Demokratik sosyalist Alabama lideri Orval Faubus, Eisenhower tarafından “ayrımcılığı bitirmesi için” gönderilen birlikler karşısında okulun kapısına dikilmiş ve siyahilerin refah devletine erişimini engellemişti. Ve tam o esnada, Radyo Moskova, Sputnik uydusunun Little Rock üzerinden geçmekte olduğunu duyuruyordu.

Kaynak: Counterpunch.org, bit.ly/2cBCdUO’dan çeviren
Fatih Kıyman

Kaynak: Birgun.net