DENİZ YÜCEL
Die Welt gazetesi Türkiye temsilcisi

Alman kamuoyu, kendi ceza hukuku mevzuatında “yabancı bir devlet başkanına hakaret” gibi Krallık döneminden kalan bir suçun mevcut olduğunu Recep Tayyip Erdoğan sayesinde öğrenmiş oldu. Artık hem Almanya hem de Türkiye’de bilindiği gibi Alman Caza Kanunu’nun bu 103’ncü maddesine göre soruşturma açılması hükümetin onayına tabiidir ve bu onay Cuma günü hükümet ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin bakanlarının ret oyu kullandıkları Bakanlar Kurulu toplantısından çıkmıştır. Oysa Erdoğan, Almanya’daki avukatları aracılığıyla kişisel hakareti kapsayan 185’nci madde göre de suç duyurusunda bulunmuştu. Bu maddeye göre soruşturma açılması için hükümetinin savcıya yetki vermesine gerekmiyor.

Komedyen Jan Böhmermann vakası, Almanya’da Türkiye’den daha çok gündem konusu oldu, Angela Merkel’in bu kararından sonra muhtemelen daha da olacaktır. Zira bazı yorumculara göre artık bir “Merkel vakası” olmuştur. Peki Almanya’yı bu kadar meşgul eden Türkiye’yle yakın ilintili bir mesele, neden Türkiye’de benzer bir derece konu olmadı?

Birincisi ve açıklaması kolay olanı siyasi nedenlerdir: En basiti, Türkiye her gün yenileri eklenen Cumhurbaşkanı’na hakaret davalarına alıştı. Kendi ülkesinde binlerce dava açmış bir Cumhurbaşkanı’nın yurt dışında da bir dava açmış olması fazla şaşırtmadı. Zaten ülkenin gündemi fazla vakit ayırmaya müsait değil. Güney Doğu’da süregiden savaştan Ensar Vakfı’ndaki istismar skandalına, Başkanlık ve dokunulmazlık tartışmalarından Rıza Sarraf ve yolsuzluk meselesine, bir kaç haftada bir patlayan canlı bombalardan ülkeden bulunan 2,5 milyon mülteciye kadar... Türkiye’nin gündemi öylesi bir çılgın yoğunlukla dolu ki, bunların her biri herhangi bir Batı Avrupa ülkesinde haftalarca, hatta aylarca tek başına gündemi belirlerdi. (Biraz klişe bir cevap. Ama klişelerin bir doğruluk payı olmasaydı zaten klişe olmazdı.)

Fakat Böhmermann vakasının Türkiye’de fazla konu olmadığını açıklamak için yeterince bir cevap değil. Bu vakadan kısa bir süre önce NDR kanalının Extra 3 adlı mizah programının Erdoğan şarkısından farklı olarak Böhmermann şiiri Türkiye’deki muhalif çevreler arasında fazla dolaşmadı, ona sahip çıkan olmadı, mevcut olduğu halde altyazılı versiyonu sosyal medyada nerdeyse hiç paylaşılmadı. Bunun sebepleri ise politik değil estetik.

Estetik sebeplerin başında, argo sorunu gelir. Argolu esprileri başka bir dile çevirmek her zaman zordur; Leman’ın, Penguen’in, Uykusuz’un argo esprileri de çevrildiğinde benzer şekilde sığ ve kaba gelir.

Böhmermann’ın “ZDF Neo Royale” adlı programında okuduğu şiir için de aynısı geçerli. Mesela, günümüzde (kimi rap sanatçıları hariç) hiç bir kayda değer sanatçı “ibne” kelimesini küfür olarak kullanmaz. Bu şiirde ibne kelimesinin yanı sıra, ırkçı ve cinsiyetçi klişelerle de vardı. Fakat bu hakaretleri öylesi absürd bir yere abartmıştı ki, aslında hakaretlerin kendisiyle de dalga geçiyordu. Bu şiir, hakaretten fazla bir hakaret parodisiydi.

Bu çeviri sorunu yanında bir de çeviri eksikliği de söz konusu. Şimdiye kadar Türkiye’de pek bilinmeyen bir mesele: Böhmermann şiiri okumadan önce ne dedi?

Her kadar gülerek, araya ufak espriler sıkıştırarak da olsa uzun bir açıklama yapmıştı. Extra 3’ün Erdoğan şarkısı yüzünden Ankara’daki Alman Büyük Elçisinin nota hatırlatarak Tayyip Erdoğan’a seslenmişti: “Bakınız, siz buna hakaret diyorsunuz. Buna alışık olmayabilirsiniz. Ama bu mizahtır; Almanya’da basın, ifade ve sanat özgürlüğü kapsamında anlayasının koruması altındadır. ‘Kaldırın şunu lan internetten’ filan diye talimat veremez burada kimse.” Sonra söyle devam etti: “Ama Almanya’da, Avrupa’da da yasak olan şeyler vardır. ‘Aşağılayıcı hakaret’ diye bir kavram vardır. Burada da yasaktır, cezalandırılır. Daha iyi anlamanızı sağlamak için size bir örnek hazırladım” deyip şiiri okumaya başlamıştı. Şiiri okumadan önce, şiiri iki defa keserek ve şiirin hemen arkasından tekrar tekrar söylemişti: “Bu yasaktır!”

Böhmermann, bu şiirin basın ve ifade kapsamına girmediğini, suç sayılacağını biliyordu yani. Zaten şiire, hukuki bir kavram olan “aşağılayıcı hakaret” ismini vermişti. Erdoğan'a mesajı şuydu: Siz, kendinizi ikide bir hakarete uğradığını zannederseniz. Oysa hakaret saydığınız mizahtır, eleştiridir. Hakaret dediğiniz o değil budur.

Ama bir mesajı daha vardı Böhmermann’ın. O ikinci mesajın hedefi Türkiye ve Erdoğan değil Almanya’ydı. Şiiri okumadan önce Extra 3 tartışmasında Almanya’da, Böhmermann’ın ifadesiyle “Daha dün bizi duvara dizmek isteyen” sağcı AfD partisinin temsilcileri dâhil olmak üzere herkes sanat ve ifade özgürlüğü savunucusu kesildiğini anlattı. Mevzu Türkiye olduğunda (başka bir ülke için de aynısı geçerli olabilirdi) ucuz özgürlük savunuculuğuna soyunanları vardı ve Böhmermann bu ikiyüzlülüğü, ucuz kahramanlığı ifşa etmek istiyordu.

Ve bunu başardı, belki kendisinin tahmin ettiğinden daha büyük ölçüde başardı. ZDF kanalının programını internet arşivinde silmesiyle, medya ve siyasette pek çok kişinin “bu kadar da olmaz” demesiyle, nihayet Merkel’in soruşturma açılmasına izin vermesiyle, Almanya’da mizahın, sanat özgürlüğün sınırlı olduğunu göstermiş oldu.

Özetle: Böhmermann’ın şiirindeki espri, incelik ve zekâ, Erdoğan’a saydığı hakaretler değildi. Şüphesiz bir provokasyondu. Ama Türkiye’de saçma kullanımıyla “provokasyon” değil; sanat tarihinde köklü bir yere sahip olan sanatsal provokasyondu. Amaç, hakaret etmek değildi. Hakaret (veya hakaret parodisi) hem Cumhurbaşkanı’na ve Türkiye’ye, hem Alman kamyonuna iki ayrı mesaj için araçtı. Bir mesaj vermek için eğlendirici bir kılıftı - sanattı yani. Tam bu yüzden Böhmermann mahkeme önünde kendini basın ve ifade özgürlüğüne dayanarak değil daima en geniş çerçeve sahip olan sanat özgürlüğüne dayanarak savunacaktır.

Ve şunu bilmekte fayda var: Türkiye’deki iktidarın ne kadar otoriter bir şekil aldığı tabii ki Alman medyasında konu oluyordu. Merkel hükümetinin Merkel’in mülteciler konusundaki sözleşmeyi eleştirenlerden olmuştu. Ama Türkiye’deki rejim, hiç bir zaman Almanya’da bir numaralı gündem konusu olmamıştı; Türkiye’de olup bitenler, Gezi’den bu beri Alman kamuoyunu bu kadar meşgul etmemişti. Hatta Gezi’den de fazla. Çünkü Extra 3 ile başlayan ve Böhmermann ile boyut kazanan “mizah krizi” Almanya’yı da doğrudan ilgileniyor. Mesela, haftalık Der Spiegel dergisi, Gezi’yi bir defa ve biraz gecikerek kapak konusu yapmıştı; şimdi ise son üç sayının ikisinde kapakta Türkiye vardı. Devlet değil ama “kamu” televizyonları ARD ve ZDF kanaların haftalık ana tartışma programlarında geçen haftaki konuları yine Türkiye’ydi. Daha doğrusu: Türkiye ve Alman hükümetinin Türkiye politikasıydı.

Böhmermann “keçi s.kmekten” bahsetti. Ama hem soldan hem sağdan yorumcuların başaramadığını başardı. Almanya, artık şunu tartışıyor: Biz, mülteciler meselesinden dolayı kendimizi Erdoğan iktidarına teslim mi ettik? Ve bu nasıl bir rejim?

Tabii ki buna rağmen Böhmermann şiirini estetik olarak ergen, aptalca veya kötü bulabilirsiniz, politik anlamda Erdoğan’a koz verdi diye eleştirebilirsiniz. Ama bu boyutu bilmeden, sadece altyazılı okuyarak bu şiirin Almanya’yı niye bu kadar meşgul ettiğini anlayamazsınız.

Kaynak: Birgun.net